“Özgü Namal’ı böyle görmeye dayanamıyorum” diyerek gözlerini NOW dizisinden kaçıran arkadaşıma, “O Özgü değil ki Meryem” dedim. Namal da Özcan Deniz de şöhretlerinden sıyrılarak Atatürkçü Levent ve Faniler tarikatından Meryem’e dönüşmüş. Doktor Levent, Meryem’in doğumda öldü zannettiği bebeğini gizlice sahiplenmiş. 16 yaşındaki Mira’nın öz ve üvey aileleri, birbirlerinden yıllarca habersizmiş. Ta ki Levent’in karısı, kızının biyolojik annesini evde yardımcı olarak çalıştırana kadar.
Yaşadığımız toplum, henüz açılmamış bir gonca. Zıt kutupların buluştuğu bir dünyaya açacak bir çiçek. Bu hayalin tomurcuklarını atanlar, iki farklı ailede büyümüş ikizler. Laik doktorun yetiştirdiği Mira ve türbanlı kardeşi Zeynep birbirlerine “pis” der. Öfkeyle bakan gözler, zamanla sevgiyle pırıldar. Ön yargılarını kıran ikizler, toplumsal kardeşliğe yakılan ışıktır.
Faniler ve laikler, Zeynep ve Mira kardeşler gibi sevgi ve çatışmadan beslenir. Fanilerin Cüneyd Efendi’si (Mert Yazıcıoğlu) psikiyatrist Levent’e, “Siz mesleğinize tapıyorsunuz. Herkes bir şeye tapar.” dediğinde laiklerin de inançlı olduğunu vurgular. Neye ya da kime taparsa tapsın sonuçta herkes fâni.
İki taraf da homojen değil. Atatürkçü Levent’in “Yetmez ama evet.” diyen kardeşi Hande, akademisyen babasının gözünde bir “vatan haini.” Cüneyd’e göre bütün tarikatların aynı olduğunu sanmak Oryantalist bir düşünce. Klişeleri sorgulayan dizide benzer politik görüş ya da inanca sahip karakterler bile birbirlerinden farklı.
Milliyetçilik, birleştirici bir köprüdür. Levent, misafiri Sadi Hüdayi’ye (Erkan Avcı) tarikatlar yüzünden insanların öldüğünü söylediğinde yanlış tedavilerin de ölümcül olabileceği cevabını alır. Müzakereyi Levent’in hasta babası böler: “Siz burada tartışırken yedi askerimizin şehit olduğu haberini duymadınız.” Şehitlere dua etmelerini ister. Fanilerin sözcüsü, fizik profesörü ve psikiyatrist aynı milli duyguda birleşir.
Eşlerin birbirlerini kırbaçladığı ve müziğin bile yasak olduğu dergâh, neden izleyicileri şaşırttı? İstanbul’u yalılarda yaşayan seküler karakterle bağdaştırdıkları için. Kızıl Goncalar; başörtülü kadınları ve müezzinleri ekrana getirerek çığır açan Kızılcık Şerbeti ve Ömer’in açtığı yolda ilerlerken pembe diziye dönüşmedi. Bizi sözde modern İstanbul’un göbeğindeki mürşitlerle ve çocuk yaşta evlendirilenler ile tanıştırarak ekranda tarih yazdı.
Laik kadınların kurtarıcı rolü üstlenmediği dizide, türbanlıların “cahil” ve “edilgen” olduğu söylemi sorgulanır. Çocukken evlendirildiği Naim’in zorbalığına kızı Zeynep için katlanmış Meryem, kadınların rol yaptıkları evlilikleri tiyatroya benzetir. Çocuk olmasa hiçbir kadının koca kahrı çekmeyeceğini söyler. Kendinden emin ve dirayetli Meryem, Levent’i ve bizi ön yargılarımızla yüzleştirir.
Meryem’in üstün zekalı kızı Zeynep, “sadece açık kızlar okula gidebilir” diyenler ve kızları okutmayan Fanilerin aynı olduğunu düşünür. “Olan hep kızlara oluyor!” diyerek iki tarafı da eleştirir.
Dizide bir okul sahibi, Kur’an kursundaki çocukları haşlayan öğretmenin aksine alçak sesle hakaret eder. Çalışma masasının arkasında, “Verimli çalışma rehberi.” ve “Merak eden çocuk.” pankartları asılı karakter, türbanlı Feyza’nın eğitim hevesini söndürür. Liseye başlamak için güya yaşı geçmiş gencin “evde yan gelip yatma şansı varken” okulu boş vermesini söyler. Okul sahibinin cinsiyetçi söylemleri ile ofisinde velileri tavlayan eğitim sloganları arasındaki kontrast müthiş.
Bu çok sesli dizinin bir bölümü, Aziz Augustinus’un (354-430) “Doğru herkes yapsa da doğrudur. Yanlış herkes yapsa da yanlıştır.” sözleri ile başlayarak laikleri ve Fanileri Hristiyan filozof ile buluşturdu. Senarist Şükrü Necati Şahin’in bilgi birikimini, dizinin her sahnesinde hissediyoruz.
50. Altın Kelebek Ödülleri’nde En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen ödüllerini Kızıl Goncalar alsa da en iyi dizi İnci Taneleri seçildi. Demek ki bir diziyi “en iyi” yapan kriter, izleyiciyi eğlendirebilmesi. “Meryem’i gördüğümde içim kararıyor.” diyen arkadaşım gibi Ömür Atay’ın yönettiği diziyi görmezden gelmek isteyen çok.
Oysa kızıl goncalar, diğer renkleri bastıracak kızıllıkta değil. Öfke ve tutkunun kızıllığında açacak çiçekler ile Leventlerin ve Meryemlerin birbirlerini anlamaya çalıştığı bir toplum hayaline tutunuyoruz.
Naz Bulamur kimdir?Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı. Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur. Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor. |