New York Eyaleti’nin hayali şehri Gotham’da geçen filmdeki şaka, bir katilin “kutsal savaşçı”ya dönüşmesidir. Pek ciddiye alınmayan komedyen Arthur Fleck (Joaquin Phoenix), namıdiğer Joker, katıldığı bir canlı yayında beş kişiyi öldürür. Çocukken taciz edilmesine göz yuman annesini ise yastıkla boğar. Todd Phillips’in yönettiği filmdeki mahkûm, neden geniş bir hayran kitlesine ulaşır?
Arthur’un temyiz duruşmasını “yüzyılın davası” ilan eden medya, Amerika’daki birçok vahşetin hazin sonuçlarını azımsar. Davanın tarihe geçmesinin sebebi, bir söyleşi programının ünlü sunucusu Murray Franklin’in (Robert De Niro) canlı yayında öldürülmesidir. Cinayet sansasyonel olduğu için haber değeri vardır. Eğer Arthur’un tek faili metroda kendisine zorbalık yapan bir genç olsaydı gene de popüler olur muydu? Reklam değeri olmayan birine medyada yer verilmezdi.
Peki Arthur beyaz bir erkek olmasaydı kapitalist düzene karşı çıkan bir ilah olarak görülür müydü? Arthur, annesi ile küçük bir apartman dairesinde yaşamış. Annesi yıllarca oğlunun öldürdüğü medyatik sunucunun evinde çalışmış olsa da ekonomik zorluklar ile boğuşmuş. Palyaço makyajı ve zayıf bedeni ile oğlu bir “ucube” olarak hor görülmüş. Oysa Arthur gibi görülmeyen duyulmayan bir azınlığın canlı yayında suç işlemesi, Amerika’nın göç karşıtı propagandalarını desteklerdi.
Arthur’un hapishanede tanışıp âşık olduğu genç kadın Harley (Lady Gaga), zengin ailesinin apartmanını yaktığı için neden bir ilah edilmez? “Deli” ve “asi” bir kadın için sokaklarda özgürlük çağrısı yapılmaz. Toplum “hastalıklı” bir kadından arınmalıdır. Şiddet ve öfkenin sadece erkeklere özgü olduğu düşünülür. Harley ehlileşmesi gereken bir “vahşi,” Joker ise özgürlük savaşçısıdır.
Joker, cinsiyetçi ve ırkçı Amerika’yı eleştirir. Arthur siyah bir kadın olan komşusunun evine habersiz girerek küçük kızını korkutur. Fakat Arthur değil, onun tutuklanmasına sebep olan genç ve bekar bir anne toplumdan dışlanır. Anne kız gördükleri zorbalıktan kaçmak için şehir dışına taşınır. Beyaz Amerikalı bir erkek katil olsa bile toplumun merkezindedir. Kadınlara ise figüran rolü biçilir.
Film, savunma avukatının Arthur’un iki farklı kişiliği olduğu iddiasını doğrulamaz. Aksine bu savın yüceltilmesini eleştirir. Harley, “Gerçek seni görmek istiyorum.” derken sevgilisinin ruhunun derinlerine gizlenmiş cesur ve sıra dışı bir erkek olduğunu düşler. [Spoiler içerir.] Sevişmeden önce bile palyaço gibi makyaj yapmasını ister. Sevdiği Arthur değil, toplumla dalga geçen bir komedi karakteridir. Arthur, mahkemede “Joker yok, sadece ben varım.” deyip cinayetleri üstlendiğinde terk edilir.
İzlediğimiz “ikili delilik” değil, toplumsal delilik. Binlerce Amerikalı sokaklarda Joker’in serbest bırakılması için haykırır. Bir katil için Gotham’da hayat durur. Joker’in temyiz davası üzerinden hayata tutunmaktır asıl delilik.
Filmde müzikalin tek fonksiyonu, izleyiciyi karanlık bir hapishaneden çıkarıp renkli bir dünyaya davet etmek. Harley’nin defalarca söylediği “Bir Dağ İnşa Etmek” şarkısı, bana Afrikalı Amerikalı yazar Langston Hughes’un (1901-1967) dağ metaforunu hatırlattı. Irkçılığı aşmak yüksek bir dağa tırmanmak kadar zor olsa da pes etmeyeceğini yazar. Fakat zengin bir ailenin kızı Harley’i böylesine zorlu bir yolculuk beklemiyor.
Filmin tek sevdiğim özelliği, bir animasyon ile başlayıp bitmesi. Sonunda izlediğimiz çizgi filmde bir karakter, “Dokunaklı değil mi?” diye sorar. Ayrımcılıkla ya da ekonomik zorluklarla savaşanların bir katilden medet umması dokunaklı. Umudun hayali bir gösteri karakterinin temyiz davasında aranması trajikomik.
Fakat Joker: İkili Delilik, Venedik Film Festivali’nde 12 dakika ayakta alkışlanmaya[1] değer mi? Bence hayır. Joker yerine çoklu kişilik bozukluğu sebebiyle açılan bir temyiz davasını çok daha derinlemesine işleyen ve Tom Holland’ın başrolünde oynadığı The Crowded Room dizisini izlemenizi tavsiye ederim.
Naz Bulamur kimdir?Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı. Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur. Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor. |