Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir.
(Jose Saramago, Görmek)
Geçen yıl Ocak ayında "Eğitim: Bizim büyük körlüğümüz" başlıklı bir yazı ile bu köşeye adımımı atmıştım. Yazıda Jose Sarmago’nun Körlük kitabına gönderme yapmış, eğitimdeki görememe halimizi, hem anne-baba hem de eğitim politikalarımız perspektifinden aktarmaya çalışmıştım. Körlük romanındaki beyaz körlük salgını misali, 'kendine körlük' ile; mevcut eğitim sisteminin ve ebeveyn kültürünün özeleştiri ve kendini doğru değerlendirmeden uzak bireyler yetiştirdiğiyle ilgilenmiştim.
Geçtiğimiz yılın üzerinde demlenirken, haber başlıklarına göz atarken, meslektaşlarımla sohbet ederken, değişen sınav sistemleri, yeni ortaöğretim tasarımı, okula başlama yaşının değişmesi, atanamayan, şiddet gören, işinden atılan öğretmenler, otizmli çocuklara yönelik ayrımcı uygulamalar gibi konuların üst üste yığıldığını ve yığıldıkça da omuzlarımda gittikçe ağırlaşan bir yük hissettiğimi gördüm. Elbette yeni olmayan ve yalnızca benim hissetmediğim bu yük, bir zaman şeridinin üzerinden bakınca sanki daha ezici bir sorun yumağı haline bürünüyordu. Bir yandan da hepsinin kaynağına tekrar tekrar bakınca, bizzat sistemi, eğitim politikalarını görmek yükü hafifletmiyor ama zihni berraklaştırıyordu. Bu görme halinin umutları yok eden bir yanı olduğunu düşünenler var, ben de tam da umutların başladığı yer olduğunu düşününenlerdenim. Görmek, alacağın sorumluluğu bilmek, küçük umutlara sarılabilmek demek gibi geliyor. Bu hal beni 'Körlük'ten bir başka Jose Saramago kitabına, Görmek’e doğru sürüklüyor.
Görmek romanı Körlük’teki ülkenin başkentinde geçer. Ülke sahte bir demokrasi ile yönetilmektedir. Seçim günü sağanak yağmur nedeniyle oy kullanma süresinin dolmasına çok az bir zaman kala sandığa giden yurttaşların çoğu şaşırtıcı bir biçimde boş oy kullanır. Durumu kabullenemeyen hükümet, seçimi yeniler, ancak bu sefer sonuç daha beterdir: daha çok boş oy! Hükümet bu anlam veremediği durumu anarşistler ve dış mihraklara bağlayarak sıkıyönetim ilan eder. Sonrası başkenti taşıma kararı, suçsuz insanlara yapılan operasyonlar ve halkın isyanı.
Körlük’te liberal demokrasi eleştirisi yapan Saramago, Görmek’te demokrasinin çağımızın hükümetlerin ellerinde kaygan bir zeminde adeta bir oyun hamuru gibi kullanılmasını irdeliyor. Hükümetin kendi uydurduğu tehlikelerden bahaneler yaratması, sistemi korumak adına halkın aleyhine uygulamalar yapması elbette hiç de yabancısı olmadığımız bir dünya. Ama aynı zamanda yazının başında bahsettiğim omzumuzdaki yüklerden kurtulmak için umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini de hatırlatırlatması açısından önemli. Saramago bu romanda insanlığa, ülkesine dair umutlarının tükenmediğini anlatıyor aslında. Romanda halkın kendisine demokrasi diye yutturulanın faşizm olduğunu görmesi ve mücadele…
Özel okul velileri mizah konusu!
Eğtimde 2019 başlıklarını gözden geçirince, mesela anaokulllarında dini eğitim verilmesi mevzusuna dalınca, artan çocuk işçi sayısını, okula başlamanın 'en uygun' yaşına bir türlü karar verilememiş olmasını düşününce, "Ülkede eğitim bitmiştir" demek hiç de zor değil. Dolayısıyla 2020’de bir mucize de beklemiyoruz! Muhtemelen benzer başlıklarla bir yıl daha geçecek. Mesela, 4+4+4 sisteminin ilk uygulandığı 2012-2013 eğitim öğretim yılında 60 aylık çocuklar okula başlamış, dolayısıyla öğrenci sayısında artış olmuştu. İşte o çocuklar bu 2020’de LGS sınavına girecek. Bu da yapılan en kalabalık LGS sınavı demek ve ne kadar hazırlıklı olduğumuz tartışılır.
Geçen yıl birçok öğrencimiz yeterli puan almasına rağmen kontenjan yetersizliğinden istediği okula yerleşemedi. İmam hatiplerin kapasitesi dolmazken, Anadolu liselerinde 60 kişilik sınıflar gördük. Özel okulların sayısı arttı, bu yıl da artmaya devam edecek. Sosyal medyadaki komedyenlerin en çok konu ettiği alanlardan biri "bitmeyen talepleriyle özel okul velileri" oldu. Ne de olsa mizah hayatın yansımasıydı!
Bir yandan da whatsapp gruplarında dönen okul dedikoduları gündemimizdeydi. Yeni ortaöğretim tasarısı açıklandı, Eylül 2020’de uygulanmaya başlanacağı söylendi ancak henüz elimizde ilk açıklamalardan fazlası yok. Din Kültürü Dersi’nin ders saati artırıldı, bu branşta bir çok öğretmen alındı, ancak farklı branşlarda birçok öğretmen atanamadı, işsiz kaldı. Yeni tasarımda derslerde büyük değişiklik olacağından, ve bir çok ders seçmeli olacağından öğretmen kadrosunun nasıl ayarlanacağını bilmiyoruz. Bu birçok özel okul öğretmeninin işsiz kalmasına yol açabilir. Seçmeli ders demişken, teoride geniş bir havuz olan bu dersler, pratikte birçok okulda 'zorunlu seçmeli' olarak din alanından verildi. Verilmeye de devam edecek.
Umuda tutunuyoruz, ekmekteki tuz gibi!
Öğretmenliğin birçok sorumluluğu var. Ben umutlu olmanın da bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize daha iyi bir ülke ve dünya için umutlu olmanın değerini göstermek lazımmış gibi geliyor. Bu yüzden de 'görmek' ve görmenin sorumluluğunu alabilmek, umut ile mücadele ile, yan yana durabilmekle mümkün.
Geçtiğimiz yıl öğrenciler iklim krizini protesto etmek için okulu kırdılar mesela. Kim bilir kaç öğretmenin yüzü öğrencilerinin ışıltılı sorularıyla aydınlandı, kaç köy öğretmeni yokluktan okul yarattı. Eğitim alanında çalışan bir çok sivil toplum kuruluşu üretti, paylaştı. Geçtiğimiz yıl öğrenci meclisleri kapatıldı ama kim bilir kaç parmak sınıflarda, "itiraz ediyorum" demek için kalktı. Toplumsal cinsiyet kavramı "cıs" ilan edildi ama, PISA sonuçlarında kızlar oğlanlara fark attı.
Demek ki umudumuz en çok çocukların aklına, vicdanına ve cesaretine güvenerek yeşerebiliyor.
O zaman önce kendi umudumuzu yeşertmeli, ister öğretmen, ister veli, ister yurttaş olalım sorumluluk almalıyız. Bu ülkedeki tüm çocuklardan hep birlikte sorumluyuz. Yeri geldiğinde önlerini açmak, yeri geldiğinde önlerinden çekilmekle, parmak sallamadan önce kendimizi deşmekle, yan yana durmanın değerini bilmek ve göstermekle, şartlar ne olsun söz söylemenin, duvara bir çentik atmanın etkisini anlatmakla, söz söyletmek ve arkasında durmakla sorumluyuz.