Ayşe Alan

11 Ağustos 2019

Çocuklar ölüme arkadaş!

2017-Temmuz-İstanbul… Sosyal medya... Bir video... Çocuklar hep bir ağızdan bağırıyor: Yahudilere ölüm! Yahudilere ölüm! Yahudilere ölüm…

Ölüm. Dört harfli. TDK sözlük anlamı: Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi.

Tam ve kesin olarak. Suladığın çiçeğin ölümü. Can yoldaşın olmuş köpeğinin ölümü. Annenin, babanın, belki dostunun, eşinin, çocuğunun ölümü. Yok oluş. Tam ve kesin olarak. Bu dünyadan göçmek. Belki başka dünyalara gitmek. Belki sadece toprakla kaynaşmak. Çürümek. Toprakla hemhal olmak.

1980'ler… İzmir… Okul Yılları…

Atatürk'ün ölümü. 10 Kasım törenleri. Atatürk'e ağlıyorum. Alkışlamak yasak. "Saat dokuzu beş geçe, Atamız Dolmabahçe'de. Gözlerini kapıyor, bütün dünya ağlıyor…" Biz de ağlıyoruz. Çocuk aklımızla, çocuk kalbimizle ağlıyoruz. Toplu yas. Sonra hayat normale dönüyor.

"Büyük insanlar öldüğünde yas tutulur demek" diyorum.

Bayrak şiiri

Bayrağımıza yan gözle bakanın mezarını kazıyorum! Mezar görmemişim henüz… Mezar kazmak nedir bilmiyorum. Bayrağımız çok kıymetli, bir onu biliyorum. Kıymetli şeyler için ölünüyor demek diyorum. Ölümün acısı nedir bilmiyorum. Yitirmek nedir sevdiğini, düşünmüyorum.

Ama bayrağım ışıl ışıl, dalga dalga… En yüksek sesimle, "Ne mutlu Türküm diyene!" diyorum.

Ölüm annem olmuş!

Elimde yıllar önce okuduğum Kazancakis'in Zorba romanı. İçinde bir not buluyorum. 2007'den… Annem öleli birkaç ay olmuş. Şöyle yazmışım:

"Pierre Loti'den aşağıya süzülüyorum. Ayağımın altına almışım mezarları. Binlerce gömü. Gömülü cesetler. Sanki o mezarların birinde yatıyor annem. Kulağımda bir şarkı:

"Dün gece gördüm düşümde. Seni özledim anne. Gözlerinden akan bendim. Düştüm göğsüne. Söyle canın yandı mı anne. Camlar düştü yerlere. Elim, elim kan içinde. Yanıma gel yanıma anne."

Sanki annem süzülüp geliyor aşağıdan. Benimle birlikte teleferiğin tellerine tutunuyor. "Açın kapıları" diyor. "Açın. Yavrum içerde". Başında yazması, üzerinde her zamanki çiçekli eteği ve hastalıklı zamanların hiç kurumayan atletiyle tutunmuş tellere. Ben hiç kıpırdamıyorum. Elimi uzatmıyorum. 'Gel anne, yanıma gel' demiyorum. İçimden kopan sanki organlarımın birer parçası. Annemin yitirdiği böbreği, bağırsakları, rahmi, yumurtalıkları dökülüyor bedenimden.

Demek ki diyorum, böyle acımış bedenim, ruhum. Ölüm ben olmuşum, ölüm annem olmuş.

Ölümü öğretiyoruz çocuklarımıza…

2017-Temmuz-İstanbul…

Sosyal medya. Bir video.

Çocuklar hep bir ağızdan bağırıyor: Yahudilere ölüm! Yahudilere ölüm! Yahudilere ölüm!..

Kanım donuyor. Belki tansiyonum düşüyor. "Ölüm" diyorum içimden. Çocuklar ölüme bu kadar yakın, bu kadar arkadaş, bu kadar tanıdık, bu kadar…

Bu kadar işte her neyse o, olmamalı. Çocuklar. Daha birkaç yıl önce hayata gözlerini açmış bu çocuklar, acıların en acısını böyle şarkı söyler gibi, işte böyle slogan atarak diline dolamamalı. Ölüm yitiştir. Kaybolmaktır ölüm. Bir başkasının ölümü ne demek? Bunu bilmeden büyümemeli. Yaşayarak değil, okuyarak, dinleyerek, izleyerek. Yazık bu çocuklara. Yazık bize. Yazık kurduğumuz okullara, verdiğimiz derslere. Söylediğimiz bahar şarkılarına yazık, yazık, yazık…

Ölüm nedir? Birinin ölümünü istemek gerçekten ne demektir?

Ölümünü isteyecek kadar bir halktan nefret etmek neye karşılık gelir?

İnsanın ta içerde, en derinde hangi duygusunu besler?

Çocuklara ölümü nasıl da kolay öğretiyoruz!

Haber bültenlerinde önlerine faş ettiğimiz görüntülerle öğretiyoruz. Şiddeti besleyerek öğretiyoruz. Hedef göstererek öğretiyoruz. Okulda şiirlerle öğretiyoruz. Bahçede oyunlarla öğretiyoruz.

Kimlik kazandırmak istediğimiz çocuklarımızın, ırkının üstünlüğünü, dininin üstünlüğünü kafalarına kazıyarak öğretiyoruz.

Sözde kaldırdığımız askeri vesayetin yerine dini vesayeti koyarak öğretiyoruz.

Çocuklarımıza kıyıyoruz.

"Çocuklara kıymayın efendiler" diyordu ya şair. Çocuklarımıza barışı, birlikte yaşamayı, yan yana durabilmenin değerini öğretmeyerek kıyıyoruz.

Bir bebekten katil yaratan karanlıklara sürükleyerek kıyıyoruz çocuklarımıza.