Çocukluğundan beri aklında gitmek, sanatçı olmak olsa da, ekonomik nedenlerden ötürü mimarlık okumaya karar veriyor.
5 yıl peyzaj mimarı olarak çalıştıktan sonra, içindeki yaratıcı güce karşı koyamayıp güzel sanatlar fakültesi sınavlarına giriyor.
Önce Marmara Üniversitesi'ni kazanıyor, oradan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi resim bölümüne yatay geçiş yapıyor. Aynı zamanda, yeşil kart başvurusunun onaylandığını öğreniyor.
2006'da New York'a göç ediyor. İlk bir yıl düzenini kurmakla geçiyor. Bir tasarım firmasında iş buluyor ve ilk işi Woody Allen'in mutfak projesinin çizimlerini yapmak oluyor.
2010 yılında burslu olarak kabul edildiği Pratt Enstitüsü'nü yüksek onur derecesiyle tamamlıyor.
Banka kredisi alarak 2012 yılında New York Academy of Art'da yüksek lisansını tamamlıyor.
Jeff Koons, Liu Bolin gibi sanatçıların asistanlığını yapıyor ve birçok ödül kazanıyor.
Bu hafta Brooklyn'deyiz. Konuğumuz sanatçıların pandemi dönemini anlatan Flowstate Belgeseli'ne konuk olan, parlak ve neşeli renklerin ressamı Buket Savcı.
Buket Savcı
Meraklı ve risk almaya yatkın biriyim
- New York'a ne zaman ve niye göç ettiniz?
2006'da, daha çok özgürlük umudu, eşitsizlikten, adaletsizlikten, tutuculuktan kaçış, yeni bir başlangıç için göç ettim. Küçüklüğümden beri bende bir yerlere gitme isteği vardı. Kişilik olarak sanırım hep daha fazlasını isteyen, sınırlarıyla yetinmeyen, meraklı ve risk almaya yatkın biriyim. Hırs değil; "Neden bizde bu oyuncaklar yok?"la başlayıp, "Neden ben de buz patenci olamıyorum"la devam edip, ortaokul yıllarında "Niye bu müzik gruplarını canlı izleyemiyorum" isyanı ile perçinlenen bir gitme isteği. Çocukken TV karşısında oturup dünya artistik patinaj şampiyonalarını izleyip Katarina Witt resimleri yapardım. Buz pateni yapmak istediğimde, İzmit'te pist bile yoktu. Sonra bale yapmak istedim, teyzemin kızı İstanbul'da konservatuara gidiyordu, İzmit'te konservatuar da yoktu.
- Aileniz size destek oldu mu?
Varlıklı bir aileden gelmiyorum. Annem ev hanımı, babam makine mühendisi. Nesiller boyu göçmen bir aileyiz. Baba tarafım Romanya'dan göç etmiş, her şeylerini orda bırakıp İzmit'e yerleşmişler. Babam üniversitedeyken Almanya'dan burs kazanmış ama uçak parası bile olmadığı için gidememiş. Yaşadığı üzüntüden ve hayal kırıklığından hep bahseder. Bana küçükken "Ne yapıp edip burs al yurt dışına git" derdi. Ailem çok açık görüşlüdür ancak ekonomik sebeplerden dolayı okul öncesi hariç, hiçbir zaman sanatla ilgilenmemi istemediler. Mühendis veya doktor olmam gerekiyordu.
Artık buz pisti vardı ama morgdu
- Ne yaptınız peki?
İçinde yaratıcılık bulunduran ve güzel sanatlara en yakın mühendislik dalı olarak gördüğüm mimarlığı seçtim ve Ege Üniversitesi'nde Peyzaj Mimarlığı okudum ancak resim yapma isteğim hiç sönmedi. İçimdeki yaratıcı dürtüyü öyküler yazarak oyalıyordum. Bu arada 1997'de, 23 yaşındaki balerin kuzenim tanıdığı bir erkek tarafından öldürüldü. Katil hiçbir ceza almadan serbest kaldı. Bundan 2 yıl sonra 1999'da büyük İzmit depremi oldu. Ben de ailemle birlikte Bahçecik'te yakalandım. İzmit'te artık buz pateni pisti vardı ama o da morg olarak kullanılıyordu. Arka arkaya sıralanan bu olaylar bana adeta "Hayat kısa, hayallerini gerçekleştirmelisin" diye bağırıyordu.
En çok istediğim iki şey aynı anda oldu
- Çok üzüldüm. Başınız sağ olsun ve geçmiş olsun. Sonra?
Sağ olun. Sürekli içimden başka bir ülkeye gidebilirsem belki güzel sanatlar okuyabileceğimi ve sıfırdan başlayabileceğimi düşünüyordum ama imkanım yoktu. Beş buçuk yıl peyzaj mimarı olarak çalıştım. 2004'te artık isyan ettim, yurt dışına gitmeyi beklemeden tekrar sınava girdim. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Resim Bölümü'nü kazandım ve işi bıraktım.
- Çok sevinmiş olmalısınız.
Çok. Aslında hayalim Mimar Sinan Güzel Sanatlar'a girebilmekti. İlk bir yılın sonunda yüksek not ortalamam nedeniyle yatay geçişle Mimar Sinan'a geçen iki öğrenciden biri oldum. O aralar, yeşil kart çekilişine başvurmuştum. Onu da kazandığımı öğrendim. İki en çok istediğim şey aynı anda olmuştu. Mimar Sinan'da ikinci sınıfı okuduktan sonra NY'a göç ettim.
- Kaç yaşındaydınız?
28 yaşında resim eğitimine başladım. 29,5 yaşında New York'a göçtüm.
- Bazen bir şeylerin olmasını hayattan beklemek yerine, oldurmak için harekete geçmeliyiz. Çok inandığım bir felsefedir bu. Canlı örneği olduğunuzu düşünüyorum.
Doğru, öyle oldu. Başarabilmek için bir şeyi çok istemek gerekiyor. Ama istemek de yetmiyor, harekete geçmek ve kararlı olmak lazım. En zoru başlamak, başladıktan sonra gerisi geliyor.
Göçmenliğin zorlukları birer hayat tecrübesi
- New York'ta düzeninizi kurana kadar zorluklar yaşadınız mı?
Tabii. Hayalimdeki okulu, sevdiklerimi, ailemi, düzenimi, Erenköy'deki evimi bırakıp geldim. Cincinnati'deki kuzenim dışında burada hiçbir aile bireyim yoktu. Göçmenliğin ilk iki yılı en zoru.
- En çok zorlandığınız konular neydi?
Ben Anadolu Lisesi mezunuyum. Ona rağmen ilk geldiğim yıl konuşulanları anlamakta çok zorlandım; okuduğumu anlamakta hiçbir sorun yaşamamama rağmen... Kimse beni telefonla aramasın diye dua ediyordum, o derece.
Göçmen olduğum için ilk zamanlar yol yordam bilmiyordum ve bunu sömürenler oluyor. Yaptığım iş karşılığında daha düşük ücret verdiler mesela. Yine kredi geçmişim olmadığı için kiralayacak ev bulmakta çok zorlandım. 6 aylık kirayı peşin ödeyerek ev buldum. Bu yasal değilmiş ama ilk zamanlar bilemiyorsunuz.
Woody Allen'ın mutfağını tasarladım
- Sonra işler nasıl ilerledi?
Ne iş olursa yaparım diyerek geldim buraya. Hepsi benim için hayat tecrübesi olacaktı ve bunun için çok heyecanlıydım. Zaten tersini düşünen biri göçmesin. Her zorluğu göze almak lazım. Bu psikolojiyle gelir gelmez Starbucks'a başvurdum ve yüksek vasıflı bulunduğum için kabul edilmedim. "Kahvecide bile çalışamayacak mıyım?" diye ağlarken, bir ay sonra, bir Türk iç dekorasyon firmasında iş buldum. 8 ay sonra bir Amerikan tasarım şirketine geçtim. Oradaki ilk günümde yönetmen Woody Allen'in evine gittik, mutfak üretim çizimlerini ben yaptım.
- Resimle tekrar uğraşmaya ne zaman başladınız?
İlk yıl alışmakla ve düzenimi kurmakla geçti. 2007'de Pratt Institute'a başvurdum ve yarı burslu kabul edildim. Okul çok ağırdı. İngilizce ve edebiyatta çok zorlandım. İlk başlarda Türkçe yazıp sonra İngilizceye çeviriyordum. Bir yandan çalışmaya da devam ediyordum. Sonunda işi bırakmak zorunda kaldım. Patronlarım çok üzüldüler "Senin için planlarımız vardı" dediler hatta "evden çalış" diyerek eve sistem kurdular. Ama okulla beraber yürütemedim, bıraktım. Zaten aklım ressamlıkta. Pratt'ı bitirdim, durmadım bir de banka kredisi alarak New York Academy of Art'da resim üzerine master yaptım.
- Woody Allen'ın mutfağını yapmış olmanıza rağmen. Ben sanırım, böyle bir işi bırakamazdım.
Evet. Gelecek vadeden bir işi bırakıp, banka borcuyla okumaya devam etmek belki de akıllıca gözükmüyordu. Ama ben sanatçı olmak için geldim bu şehire ve bunu unutmadım.
Resim sanatıyla ilgili ne öğrendiysem New York'ta öğrendim
- New York şehri sanatınızı nasıl etkiledi?
Resim sanatıyla ilgili ne öğrendiysem New York'ta öğrendim. Okul sistemi o kadar farklı ki bizden. Sanatım hakkında konuşabilmeyi, en lüzumsuz obje hakkında bile sayfalarca yazabilmeyi öğrendim. Yağlıboya ve renk en büyük korkularımdı. Hocalarımın yaklaşımı ve bana inançları sayesinde, kendime daha da inandım. New York şehri sanatın başkenti; yüzlerce galeri, yüzbinlerce de sanatçı var. Rekabet çok ama imkanlar da çok. Bir ressam olarak (kendi stüdyo çalışmam harici), ilk işim Jeff Koons'un asistanlığını yapmak oldu. 2,5 yıl kadar onunla çalıştım, resimlerini yaptım. Daha sonra başka ünlü sanatçıların asistanlığını da yaptım. Gerek teknik, gerek sanat dünyası hakkında her birinden çok şey öğrendim.
- İşleriniz ne zaman galerilere girmeye başladı?
Öğrenciliğimden beri New York ve civarında işlerim sergilenmeye başladı. Mezun olur olmaz İstanbul'da Olcay Art beni temsil etti, onlarla üç yıl üst üste Contemporary İstanbul'a katıldım ve 2014'te ilk kişisel sergimi İstanbul'da açtım 2020'de de Amerika Cincinnati Manifest Galeri'de ilk kişisel sergim açıldı. 2018'de Almanya'da Stuttgart'da göçmen Türkler'le iletişim kurmak amacıyla, davet edildiğim bir sergim oldu. Birçok karma sergiye katıldım. Eserlerim müzelerde, sanat fuarlarında sergilendi ve galerilerde sergilenmeye devam ediyor.
- Çizimleriniz çok detaylı, bir sürü insan var. Model mi kullanıyorsunuz, yoksa fotoğraf mı?
Resimlerim önceleri daha çok kendi sorunlarım, özlemlerim üzerine olup, tek ve ikili figürlerden oluşuyordu. Zaman içinde evrensel duygu durumunu anlatmaya evrildi. 2018'de Almanya Leipzig'de üç ay süreyle bir misafir sanatçı programına katıldım. Orada diğer sanatçı arkadaşlarımdan bana poz vermelerini rica ettim.Böylece ilk kalabalık figürlü resmim The Raft ortaya çıktı. Saatler süren ama çok eğlenceli bir fotoğraf çekimi oluyor. Ortamı ve ışığı resmi düşünerek hazırlıyorum, objeleri, oyuncakları renklerine göre seçiyorum. Resimlerim için oyuncaklar ve kumaşlar satın almak ayrı bir hobi oldu.
Poz verme kısmında benim yönlendirdiğim oluyor ama daha çok spontane gelişiyor. İsteyen istediği aksesuarı takıyor, giyiyor. 200 kadar fotoğraf çekiyorum her seferinde. Daha sonra bunların arasından kompozisyon olarak en etkili ve anlatmak istediğim konuya en uygun olanını seçiyor ve ona bakarak resmi yapıyorum. Renkleri daha canlı kullanıyorum.
The Raft
Sanat sizi iyileştirir
- Yer aldığınız Flowstate belgeselinden bahseder misiniz?
Flowstate belgeseli Kuzey Brooklyn'de yaşayan ve çalışan sanatçıların pandemi dönemine nasıl adapte olduklarını, üretirken arka planda ne gibi sorunlarla mücadele ettiklerini anlatıyor. Belgesele konu olan 16 sanatçıdan biri de benim. Özellikle gittikçe pahalılaşan Brooklyn'in Williamsburg, Greenpoint ve Bushwick semtlerinde yaşayan sanatçılar, henüz bu semtler popüler değilken gelip uygun fiyatlı olduğu için buralara yerleşip, bu semtleri dönüştüren ve ilginç kılan kişiler. Şimdi kentsel dönüşümle buraları terk etmekle karşı karşıyalar. Ben de yedi yıldan sonra resim atölyemi kapatmak ve şu anda yaşadığım evime taşımak zorunda kaldım. Bu belgeselde bir göçmen sanatçı olarak yer almak benim için büyük mutluluk ve onur. Benim bulunduğum bölüm All Arts TV'de 10 Mart'ta yayına girecek.
- Belgeselde "Sanatınız sizi kurtaracak" diyorsunuz ısrarla. Öyle mi?
2013'de ağır bir depresyon geçirmiştim. Rus asıllı Amerikalı psikiyatristim bana bunu söylemişti, hatta tek tavsiyesi bu olmuştu, tekrar tekrar "Sanatına yoğunlaş, seni kurtaracak" demişti. Ve kurtardı. Sanatçı olmayı sürdürmek ne kadar zor olursa olsun, üretirken alınan haz, hele hele ki takdir gördüğünüzdeki keyfin ve tatminin ötesi yok. İçinizden gelen sürekli bir yaratma isteği var ve bu asında çok kişisel ve öznel. En gizli sırrınızı bulup çıkarıp paylaşmak gibi bir şey.
- Biraz daha açıklar mısınız?
Resim yaparken -ki aylar sürüyor bir resmin bitmesi- aklınızdan sürekli anılar, hayaller, ilgili ilgisiz birçok konu, düşünce geçiyor. Hele ki tam konsantre olabilmişseniz eliniz otomatikman resmi yapıyor, siz ise bu trans anının içinde düşüncelerle, anılarla muhteşem bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bunun meditasyondan bir farkı yok. Her resim seansının ardından müthiş bir başarma hissiyle uykuya dalıyorsunuz. Bir de sanatınızla geçiminizi sürdürebiliyorsanız daha ne olsun.
Buket Savcı ve Sophia Kayafas, belgeselden
Sanatçılar her zaman yalnız ve izole
- Siz sürdürebiliyorsunuz artık değil mi?
Evet ama çok kolay değil. Hedefim uluslararası bilinen, sanatımdan daha çok kazanan biri olmak.
- Sanat sizi iyileştirmiş, peki insanları nasıl iyileştirebilir?
Sanat; sanatçının eserleriyle sorular sorarak, yanıtlar bulmaya çalışarak, izleyicide duygu uyandırma, yeni bir dünyaya kapı açma, düşünmeye itme gibi çeşitli etkilerle hayatın rutininden ve zaman zaman gerçeklerinden uzaklaştırmayı hedefler. Bazen de izleyicinin kendi iç dünyasıyla bağ ve yakınlık kurarak, ilham ve fikir vererek iyileştirebilir.
- Sanatçılar zaten biraz yalnız ve izole hayat yaşıyor değil mi?
Evet. Salgının yarattığı diğer travmalar olmasa, üretmek için en iyi zaman diye sevindik neredeyse. Çünkü dediğiniz gibi saatlerce, günlerce yalnız başımıza çalışıyoruz ve bundan büyük keyif alıyoruz. Bir de ben, oldum olası gece çalışan biriyim. Akşamüstü 5'ten sonra güne başlıyorum sabah 5-6'ya kadar resim yapıyorum. Günlerce evden çıkmadığım olur.
- Ethan Cohen Gallery'deki sergiden bahsedebilir misiniz; "Darkest Before Dawn: Art in a Time of Uncertainty"
Sergi adından da anlaşılacağı üzere pandemi ve karantina dönemini yansıtan işlerden oluşuyor. "Şafaktan önce en karanlık zaman: Belirsiz zamanlarda sanat" Ethan Cohen'in Beacon, New York'taki KuBe'de (Kunsthalle Beacon) yer almakta. KuBe, içinde birçok sergi salonu, 60 sanatçı atölyesi bulunan bir sanat merkezi. Birçok ünlü sanatçının yanında bu sergiye seçilmiş olmak benim için yine büyük bir onur. Ben sergiye, Not So Long Ago isimli resmimle katıldım.
Not So Long Ago
Resimlerim sevgi ve birlikteliği kutluyor, özgürlüğü sorguluyor
- Neyi anlatıyor bu resim ve ne kadar sürede bitirdiniz?
Resme 2019'u sonunda başlamıştım. Pandemi nedeniyle konsantre zorluğu yaşadığım ve çok detaylı bir resim olduğu için, bitmesi altı ayımı aldı. Tam ihtiyacımız olan anda bizlere "Dokunmayın" dendi. Sarılmak bir anda en korkunç ve tehlikeli şey oldu. New York karantinası ve aylar süren kişisel izolasyonun ardından kendimi özgürlük ve mutluluk tanımlarını sorgular buldum. Ve bu resmi Not So Long Ago olarak adlandırdım.
Özellikle bitmek bilmez evrensel krizlerin olduğu bu dönemde resimlerim, sevgi, güven ve birlikteliği kutlarken, özgürlük ve mutluluk nedir sorularına cevap aramaktadır. Bir göçmen olarak deniz simitlerine bakıp da göçmenlerin yaşadığı zorluk ve mücadeleleri düşünmemem mümkün değil. Neşeli renklerin ve kutlama havasının altında bağ kurmaya, eşitliğe ve adalete hasret var. Yer edinme kaygılarına işaret ederken, bizi asıl ayakta tutan ve umut veren olguları vurgulamak amacım.
- Balonlar, simitler birçok resminizde var sanki.
Doğru. Son zamanlardaki resimlerimde balon ve oyuncaklarla çevrili birbirine geçmiş figürler betimliyorum. Figürler herhangi bir olumsuzluktan uzak, anın, özgürlüğün ve sevginin tadını çıkarmakta. Balon ve deniz simitleri bu saf neşe ve mutluluk anlarının geçiciliğine dair metafor. Sahte bir konfor alanını da temsil etmekteler. Figürler bu an ve mekan içinde güvende ve özgürler, ama balkon parmaklığının dışındaki tehditlerin ve bu mutlu anın kısa süre sonra balon gibi patlayacağının da farkındalar.