Vancouver’a göç edişimizin ilk aylarında kızımın oyunculuk dersinin bitmesini beklerken, arada sırada öğretmeni ile dertleşir, yaşadığım şehrin havasına, suyuna, insanına alışmakta zorlandığımı anlatırdım. Başka dilde konuşurken, başka biri haline geldiğimden, Türkçe’de esprili, özgüvenli biriyken, İngilizce’de yeni tanıştığım insanlar karşısında bu özelliklerimi yansıtamadığımdan, konuşurken hata yapmaktan çekindiğim için içe dönük, sessiz, kendine güveni olmayan bir kadın haline dönüştüğümden bahsetmiştim bir keresinde... Beni dikkatle dinlemiş, iki çocuğumu ve köpeğimi alarak dünyanın öbür ucuna taşınabilme cesaretini gösterdiğimi hatırlatmış, bu cesareti kendi içimde görebilmem için bir oyunculuk tekniği olarak da kullanılan aynadaki aksime bakarak, kendimle göz teması kurma egzersizi önermişti.
Gözyaşlarım bitti mi sandın?
O günün ertesi sabahı aynanın karşısına geçtim. Derin birkaç nefes alıp verdikten sonra, gözlerimi kendi gözlerimin içine diktim. Birkaç saniye sonra, gözyaşlarım sel oldu. Anlayamadığım bir nedenden ötürü, kendimle göz teması kurmakta zorlanıyor, kendime baktıkça üzülüyor, hatta kendime acıyordum. Yüzüm Picasso’nun “Ağlayan Kadın” tablosundaki gibi derin bir hüznü ve kırılganlığı yansıtıyordu. Gözbebeğimin siyahının içinden karanlık bir tünel gibi geçip ulaştığım iç dünyam, dehşet içinde ve kırık bir ayna gibi paramparçaydı. Elimde olsa aynanın içinden geçecek, kendi aksime sımsıkı sarılıp “Geçti, üzülme artık, geçti...” diyecektim. Bu şekilde birkaç dakika aynaya bakmaya devam ettim, sonra dayanamayıp bıraktım.
Ağlayan Kadın, Picasso
İki çocuğumu ve köpeğimi alıp dünyanın bir ucuna yerleşip yalnız kalmıştım ve tutunamamaktan korkuyordum. Aynadaki aksimde cesareti bulamasam da özgüvenimin neden zayıf olduğunu anlamıştım. Daha sonraki günlerde yaptığım egzersizlerde, korkularımla yüzleşmeye başladım, aldığım ve verdiğim her nefeste onların birer kuş gibi uçup gittiğini, aynadaki aksime sevgi ve şefkatle sarıldığımı hayal ettim. Egzersiz süresini beş dakikaya çıkarabilsem de göz yaşlarımı dindirmekte zorlanıyordum. Birkaç ay sonra başka meditasyon ve terapi yöntemleriyle tanışıp, ayna egzersizini uygulamayı bıraktım.
Kendime yılbaşı hediyesi
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yılın son yazısını yazmak için mahalle kafemize gitmek üzere evden çıkarken, şöyle bir aynaya baktım. Neden bilmiyorum, yedi buçuk yıl sonra aklıma ayna egzersizi geldi. Birkaç derin nefes alıp verdikten sonra, gözümü diktim aynadaki gözümün içine... Göz bebeğimin siyahından kendi içime daldım yine ve beş dakika orada, kendimle kaldım. Çok şükür içimde huzur ve mutluluk buldum. Cesaretimi fark ediyor, başarabildiklerimi nihayet görüyor, başaramadıklarımı da önemsemiyor, kabulleniyordum. Kendimi kırık bir ayna gibi parçalanmış değil, bütün hissediyor, bunun için şükrediyordum. Bulunduğum yerde korkunun kırıntısı kalmamıştı ve daha da önemlisi gözlerimden yaşlar fışkırmıyordu. Aynaya gülümseyip, kendime bir selam çakarak evden çıktım. Bu eşsiz an, kendime verdiğim en değerli yılbaşı hediyesi oldu.
Aynalar dışımızı değil, içimizi de gösterir
Aynalar dış görünüşümüze bakmak için kullandığımız birer eşya gibi görünseler de iç dünyamızla ilgili birçok gizemi ortaya çıkarabilir. Dıştan çok güzel ve çekici gözükebiliriz ama içten belki de o kadar çekici ve güzel değilizdir. Bu nedenledir ki, birçok insan için kendi yansımasına uzun süre bakmak rahatsız edici bir eylemdir. Kendimizi savunmasız ve korunmasız hissetmemize yol açar, duygularımızla ve onlara eşlik eden tepkilerle yüzleşmemizi sağlar. Aynı zamanda kendimize karşı geliştirdiğimiz yıkıcı ve sert ön yargılarımıza, takdir ve sevgiyle karşılık vermeyi öğrenmemize, kendimizle daha şefkatli bir iç diyaloğa girmemize yardımcı olur.
Bu hafta basit gözüken ama son derece rahatsız edici olabilen beş dakikalık bir ayna egzersizinin ya da meditasyon tekniğinin sizi kendinizle nasıl barıştırabileceğinden, öz sevginizi nasıl besleyebileceğinden bahsedeceğim. “Ayna ayna söyle bana!” dediğinizde yüzünüzde güller açsın, gözbebeğinizin siyahından içinize ulaştığınız tünel ışıkla dolsun.
Basit bir ayna öz sevginizi 5 şekilde artırabilir:
- Kendinize güvenin: Hayatın karşımıza çıkardığı çeşitli sınavlar karşısında kendimize olan güvenimiz kolayca sarsılabilir. Aynı benim göç deneyimimin ilk aylarında olduğu gibi... Aynadaki yansımamızda bu öz güven eksikliğini görmek bizi rahatsız edebilir, üzebilir ancak unutmamalıyız ki, hayatta dönem dönem zorlanmak normaldir ve bu bizi olduğumuzdan zayıf ve değersiz hale getirmez. Aksine zorluktan kaçmak yerine, zorluğa doğru koşabilecek güçte olduğumuzu gösterir.
- Kendinize sevgiyle yaklaşın: Zaman zaman, bizi benzersiz kılan birçok iyi yönümüzü görmeyip, kendimizi acımasızca eleştirebiliriz. Kusurlarımızı eleştirmek yerine onları kucaklamak ve iyileştirmek amacıyla kendimizi gözlemlemeye ne kadar çok zaman ayırırsak, kendimizi o kadar çok sever ve değer veririz.
- Kendinizle olan bağınızı derinleştirin: Ayna egzersizi bizi dış görünüşümüz üzerinden içimizi görmeye zorladığından, kendimizle daha derin bir bağ geliştirmemize, hislerimizi daha iyi anlamamıza yol açar. Kendimize ne kadar çok zaman ayırırsak, kendimizi o kadar iyi tanırız. Kendimizle sağlam bir ilişki kurmak, öz sevgi ve saygıya, iç huzuruna doğru atabileceğimiz ilk adımlardan biridir.
- Ana odaklanın: Aynadaki aksimize odaklanmak, ana odaklanmamızı sağlar. Ana odaklanmak ise, günlük koşturmacalarımızın içinde stresimizi azaltarak bizi sakinleştirir, kişisel farkındalığımızı artırır.
- Rahatsız edici duyguların üstüne gidin: Kendimizi emniyette hissetmediğimizde, hayatımızda birçok belirsizlik olduğunda, yolumuzu kaybettiğimizi düşünür ve bu kaybı kendi gözlerimizin içinde görünce korkarız. Benim ilk ayna egzersizimde yaşadığım gibi... Bu rahatsız edici duyguları bastırmak veya onlardan kaçmak yerine onları anlamayı, onlara şefkatle yaklaşmayı seçmek, kendimizi sevmeyi seçmektir.
Ayşe Acar kimdir?Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |