Son 4-5 gündür yine ortalık birbirine girdi. Eş zamanlı birçok şey oluyor ama biz kadınlar İstanbul Sözleşmesi'ne takılı kaldık.
Dünyanın her yerinde Türk kadınları isyan ediyor, sokaklara çıkıyor, balkonlarından tencerelere tavalara vuruyor, susmuyor, sesini ve bu sözleşmenin gerekliliğini haykırmaya devam ediyor.
Öte yandan sözleşmeden çekilme kararı başta muhalefet partileri ve Avrupa Konseyi olmak üzere tüm dünyanın tepkisini çekti. Dünya liderlerinin açıklama yaparken kullandıkları cümleler ve seçtikleri kelimeler de olayın büyüklüğüne vurgu yapıyor.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić, "yıkıcı haber" cümlesini kullandı, geri çekilme kararını "acıklı" olarak değerlendirdi.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile Avrupa Konseyi Parlementer Meclis Başkanı Rik Daems hem ayrılma kararını, hem bu kararın meclis tarafından alınmamış olmasını esefle karşıladıklarını belirtti.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell sözleşmeden çekilme kararına anlam veremediklerini söyledi ve Türkiye'yi kararından dönmeye davet etti.
Amerika Başkanı Joe Biden "Ani ve nedensiz ayrılmak derin hayal kırıklığıdır." dedi.
Dediler, diyorlar, diyecekler.
Hayal kırıklığı, esefle kınamak, acıklı karar, yıkıcı haber, nedensiz, anlam verememek...
Tüm bu duyguları hepimiz yaşıyoruz, en çok da anlam veremiyoruz.
Birçok insan, hükümetin bu sözleşmeden neden çıktığını anlamıyor. Öyle ya, kim ister kadınlar sokak ortasında dövülsün, öldürülsün.. Amaç ne?
Bu konuyu herkesin anlayacağı şekilde anlatacak biriyle röportaj yapmam gerekiyordu.
Bu kişi aynı zamanda avukat olmalı ve işin hukuki yanından anlamalıydı, ilgili sivil toplum kuruluşlarında çalışıp kurban psikolojisini bilmeliydi, siyaset sahnesine hakim olmalıydı.
Aklıma Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri üyesi ve avukatı, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA.DER) Yönetim Kurulu Üyesi, Gazete Duvar yazarı, CHP 27. Dönem İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı ve CHP Yüksek Disiplin Kurulu üyesi Avukat Tuba Torun geliyor ve hemen kendisine ulaşıyorum.
Torun sorularımı büyük bir samimiyetle ve yalın bir dille cevaplıyor. En çok da hukuken İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmadığımıza vurgu yapıyor. Söz kendisinde...
Tuba Torun
Hukukta her şey bağlandığı gibi çözülür
- Öncelikle bir kadın olarak bu karar karşısında ne hissediyorsunuz?
Tüm sıfatlarım bir kenara, itilmiş, ezilmiş, dışlanmış, haksızlığa uğramış ve tehlikede hissediyorum.
- Meclisin aldığı karar, ancak meclis kararıyla iptal edilebilir, deniyor. Doğru mudur?
Evet. Burada bir yetki gaspı, usulsüzlük var. Anayasanın 90'ıncı maddesinin ilk fıkrası uluslararası sözleşmelere TBMM kararıyla girileceğini belirtir. Bugüne kadar tüm uluslararası sözleşmelere böyle girdik, bunun haricinde hiçbirinden de çıkmaya kalkmadık. Hukukta şöyle bir kural vardır: "Sözleşmelere girme usülü ile çıkma usülü aynı olmalıdır." Anayasa Profesörü Kemal Gözler hocamızın dediği gibi: "Hukukta her bir şey bağlandığı şekilde çözülür (Unumquodque eodem modo quo colligatum est dissolvitur)."
Ayrıca anayasamızın 104'üncü maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılamayacağını belirtir. Bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bile değil, Cumhurbaşkanı kararı. Yine 104'üncü maddeye göre Cumhurbaşkanı kararı yürütmeye ilişkin hususlarda verilebilir. Uluslararası sözleşmeye imza atmak veya çekilmek bir yürütme değil, yasama faaliyetidir.
Tüm bu nedenlerden ötürü İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak hukuğa aykırı bir girişimdir. Sonuç olarak İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir ve Türkiye'nin sözleşmeyi uygulama zorunluluğu devam etmektedir.
Sözleşmeden çıkmış değiliz
- Çıksak bile fesih üç ay sonra yürürlüğe giriyormuş değil mi?
İstanbul Sözleşmesi'nin 80'inci maddesi sözleşmenin feshiyle ilgilidir ve şöyle der: "Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine taraf devletler, konseye bir bildirimde bulunarak sözleşmeyi sona erdirebilir. Bu bildirimden üç ay sonra sözleşmenin feshi yürürlüğe girer." Fakat biz zaten mevcut durumda İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma konusundaki cumhurbaşkanı kararının"yok" hükmünde olduğunu söylüyoruz. Ortada usülüne uygun bir çekilme söz konusu olmadığı için, üç aylık süre de söz konusu değil. Bir de "fesih" kelimesini kullanmak hukuken doğru değil. Feshetmek sözleşmeyi ortadan kaldırmak demek. Çok taraflı bir sözleşme bu, birçok imzacısı var ve durduğu yerde duruyor. Giden ya da gitmeye niyetlenen biziz.
- Bu anlaşmadan çekilmeyle ilgili basın açıklaması sonradan geldi. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Çekilme tartışmaları uzun süredir vardı. Tipik siyasi iktidar yöntemi bu; birçok konuda önce ortamı ısıtıyor, tartıştırıyor ama niyetini de belli ediyor, sonra da yapacağını yapıyor. Öyle ki kimi zaman değiştirdikleri anayasayı kullanarak, anayasaya aykırı girişimlerde bulunabiliyorlar. "İsteseniz de istemeseniz de biz bu yasayı yürürlüğe sokacağız" diyebiliyor, neden belirtmeye bile gerek duymayabiliyorlar. Sözleşmeden çekilme kararı da bir geceyarısı hukuka bir darbe gibi açıklandı. Kıyamet kopacağını biliyorlardı.
Amaçları sözleşmeyi şeytanlaştırarak sadece önlerindeki bir engeli kaldırmak değil, Millet İttifakı'nı bölme amacı da var. Millet ittifakının bir ucunda CHP, öbür ucunda Saadet Partisi var. Saadet Partisi haricinde tüm muhalefet sözleşmeyi canla başla savundu. Saadet Partisi'ni bir nevi Millet İttifakı'ndan kopardılar. Ancak kadınların hayatı siyasi pazarlıklara alet edilemeyecek kadar mühim ve birincildir.
LGBTQ+ bireyleri yok sayıyorlar
- İletişim Bakanlığı'nın, sözleşmeden çekilmenin kadınları korumaktan taviz verilmediği yönündeki açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İletişim Başkanlığı çekilme kararından üç gün sonra bir açıklama yaptı. LGBTQ+ birey ifadesini bile kullanmadı, çünkü yok sayıyorlar. İstanbul Sözleşmesi'nin amacından saptırıldığını, eşcinselliğin normalleştirilmesi için kullanıldığını, bunun toplumsal ve ailevi değerlerle bağdaşmadığını, kadınları korumaktan taviz verilmediğini söylediler. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme tartışmaları bile kadına yönelik şiddeti artırmıştır. Rakamları takip edelim, maalesef göreceğiz.
- Sözleşme hangi açıdan ailevi değerlerle bağdaşmıyor?
Sözleşmede LGBTQ+ bireyler için özel bir madde yok. İstanbul Sözleşmesi'nin 4'üncü maddesi ayrımcılık karşıtıdır. İmzacı devletlere, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, ırk gözetmeksizin şiddete maruz kalan kişileri koruma zorunluluğu yükler. Bu kadar.
- Peki, sizce sözleşmeden çıkılma nedenleri ne?
Birincisi LGBTQ+ bireylerin varlığını tanımak istemiyorlar. Sözleşme ise tanıyor. Şu algı yaratılıyor; LGBTQ+ bireylere karşı suç işlemek meşrudur, öldürülürlerse problem değildir. Bu çok ağır bir cezasızlık algısıdır ve şiddeti başlı başına artıran bir durumdur. İki neden daha var.
Post Truth: Gerçeğin ne olduğu değil, nasıl algılandığı önemli
- Diğer nedenlere gelmeden önce şunu anlamakta zorlanıyorum; bu ülke insanı Zeki Müren'i omuzlarında taşımış, Paşa ilan etmiş, Bülent Ersoy şarkıları dinlemiş, Huysuz Virjin'in ölümüne yas tutmuş bir ülke. Nasıl olabilir bu?
Kesinlikle öyle. Bu çok gündeme gelen bir soru ve bu sorudan da ne kadar geriye gittiğimizi anlayabilirsiniz. Sadece LGBTQ+ değil, "Cumhuriyet" kavramına bile düşman bir yapı ortaya çıkmaya başladı. 1921 Anayasasına -ki o anayasa değil çerçeve bir metindir- gönderme yapmalarının amacı, laiklik kavramını da oradan çıkarmaktır. Sekülerlikle ilgili problemleri var. Dindar değil, dinci bir toplum yaratmaya çalışıyorlar. İslam dinini kullanarak siyaset yapıyorlar. Mustafa Kemal Atatürk bunu zaten yüz yıl önce tespit edip, anayasanın ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'ni laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak ilan etmiştir. Bu maddeye bile göz koymuş durumdalar.
Bu bir sağ popülist rejim taktiği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu dünyada en iyi uygulayan liderlerden biri. Trump'ın bile onu örnek aldığı söyleniyor.
- Biraz açar mısınız?
Gelenekleri, görenekleri, dini, milli değerleri kullanarak, ajitasyon yaparak halkın bir kısmını bazı ideolojilere ve birbirlerine karşı şeytanlaştırma, uzaklaştırma, kutuplaştırma, ayırma, bölme taktiği. Post Truth yani Hakikat Sonrası Çağ deniyor buna. Gerçeğin ne olduğu önemli değil, nasıl algılandığı önemli. Farkındaysanız İnsan Hakları Eylem Planı gibi bir şey çıkartıp, zaten Anayasa'da olan maddeleri tekrarlayıp, önce sanki bunlara çok önem veriyormuş gibi bir algı yaratıp, sonra da temel hak ve özgürlükleri ele alan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek istiyorlar. Sanki doktor kılığına girmişler, "sizi iyileştireceğiz" diye ellerinde şırıngalarla yaklaşıyorlar ama insanlara zehir enjekte ediyorlar.
Genç nüfus artsın istiyorlar ama nitelik değil, nicelik önemli
- İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının size göre ikinci nedenine gelelim, lütfen.
Kadınların özgürleşmesini istemiyorlar. Bir sistem içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olduğunu belirten hegemonik yapıyı erkekler üzerinden devam ettirmek istiyorlar. Bu bir erkeklik krizi aslında. Aşırı sağ popülist, giderek otoriterleşen rejimlerde görülen bir durum. İstiyorlar ki, genç nüfus artsın. Tamam güzel. Ama nitelikli genç nüfusun artmasına yönelik bir dertleri yok, nicelik artsın yeter. Bu gençlerle iş potansiyeli, kalitesiz bir ekonomik büyüme sağlayacaklarını düşünüyorlar. Bu aynı zamanda onların yeni oy tabanı olacak. Peki nasıl olacak? Kadınlar evlenecek ve evli kalacak, boşanmayacak, kamusal yaşamdan ve iş hayatından soyutlanacak, daha çok çocuk doğuracak. Üç çocuk, beş çocuk söylemleri de bunu destekliyor. Kadınları özgürleştiren, ailesi olmayan kadını da birey olarak gören İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırmak istemelerinin ikinci nedeni de bu.
İstanbul Sözleşmesi siyasi planlarının önünde engel
- Üçüncüsü?
2015 yılında TBMM'de bir boşanma komisyonu kuruldu. Boşanmayla ilgili oldum olası dertleri var çünkü dediğim gibi kendi idealleri doğrultusunda eğitebilecekleri nesillere ihtiyaçları var. 2016 yılında bu komisyon bir rapor verdi. Bu raporda hayata geçiremedikleri bazı tespitler vardı. Mesela müftülük yasası; geçirdiler. Süt izni yasası vardı; geçirdiler. İstismar affı yani istismar faili ile istismara uğrayan çocuğun evlendirilmesi halinde cezanın affedileceği ya da erteleneceği yönündeki lanet öneri var ya, o da vardı. Kadının beyanı esastır ilkesinin aleyhine tespitler içeren metin vardı, nafakanın sınırlandırılması vardı, aile arabuluculuğu yani boşanma davalarında tarafları aynı masaya oturtan öneri de vardı. Bütün bunlar İstanbul Sözleşmesi'nin yasakladığı öneriler, yani İstanbul Sözleşmesi tüm bu planlara engel. Önümüzdeki günlerde ilk fırsatta nafaka kısıtı ve aile arabuluculuğunu getirecekler. İstanbul Sözleşmesi şiddet mağduru ile failini aynı masaya oturtamazsınız, der; oturtacaklar.
- Şöyle düşünenler var: Taciz, tecavüz, cinayet zaten kanunda suç, İstanbul Sözleşmesi'ne ne gerek var. Açıklar mısınız, ne gerek var?
Türk Ceza Kanunu şiddeti kısıtlı şekilde ele alır, İstanbul Sözleşmesi ise başlık başlık tanımlar. İstanbul Sözleşmesi'nin temel derdi şiddeti üreten zihniyeti, şiddet gerçekleşmeden ortadan kaldırmaktır. Çözüm üretmeyi amaçlar, önleyici ve koruyucu tedbirleri ele alır. Sokakların aydınlatılmasından tutun da, toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin müfredata girmesine, ailelerin, kamu görevlilerin, hatta eğitimcilerin eğitilmesini hedefler. Siyasi iktidar şiddet üreten zihniyetin eğitilmesini de istemiyor. Çok medeni bir toplum siyasi iktidarın kafa yapısına uygun değil. Onlar kutuplaşmadan, kavgadan besleniyor. Türk Ceza Kanunu, sığınma evlerini, cinsel şiddete karşı koordinasyon merkezi kurulmasını, verilerin tutulması zorunluluğunu düzenlemiyor. İstanbul Sözleşmesi kadın sünnetini bile açıklar. Sadece Türk Ceza Kanunu'nu değil, medeni kanunu, borçlar kanunu artık aklınıza gelen tüm yerel yasaları toplasanız bir İstanbul Sözleşmesi etmez.
Tekrar ediyorum, İstanbul Sözleşmesi şiddete uğrayan tüm bireylerin en ince detayına kadar insani haklarını savunur. Ayrıca can simidi dediğimiz, 6284 nolu koruma yasası da İstanbul Sözleşmesi'nin içinden çıkıp, iç hukukumuza uyarlanmıştır. Çekilmekle bu yasa da tehlikeye düşüyor. Yarın öbür gün 6284 nolu yasayı da kaldırmak isteyebilirler. Artık hiçbir şekilde, hiçbir şeye güvenmek mümkün değil.
On şiddet davasının sekizi ceza indirimi ile sonuçlanıyor
- Siz bir avukat olarak adliyelerde ne sıklıkta, hafifletici nedenden kadına tacizin, tecavüzün ya da cinayetin cezasının indirildiğini görüyoruz.
Çok. On şiddet davasının ortalama sekizinde indirim görüyoruz. Etkin pişmanlıktan, iyi halden, haksız tahrikten... Mutlaka bir neden bulup o cezayı indiriyorlar. İndirmedikleri davalar genellikle çok ağır, kurbanın onlarca yerinden bıçaklanarak öldürüldüğü, ağırlaşmış müebbetle sonuçlanan cinayet davaları. Onlarda bile bazen indirim olabiliyor.
- Örnek verir misiniz?
Video görüntüleri nedeniyle toplumda travma yaratmış Emine Bulut davasına bakalım. İstanbul Sözleşmesi'ne göre şiddet suçu ya da cinayet çocukların gözü önünde işleniyorsa bu bir ağırlaştırıcı ceza nedenidir. Bu madde, Emine Bulut cinayetinde uygulanmadı, neredeyse hiçbir davada uygulandığını da görmedim. Üstüne üstlük ağırlaştırıcı müebbet yerine, cinayetin canavarca hislerle ama planlı işlenmediği söylenerek sadece müebbet cezası verildi. Adam oraya elinde bıçakla gitmiş. Daha önce düşünmüş, planlamış. Bunun gibi topluma mal olmuş davalarda bile durum bu. Biz Kadın Dernekleri olarak, baro üyesi avukatlar olarak, İstanbul Sözleşmesi'ne dayanarak bu şiddet davalarına müdahil olabiliyorduk. Çekilme halinde bu da mümkün olmayacak, zaten bunu da istemiyorlar.
Tarih boyunca kadın hareketi kazanmıştır
- Ne yapılabilir şu noktadan sonra?
Kolektif mücadeleye hız kesmeden devam etmek, sesimizi daha da yükseltmek lazım. İstanbul Sözleşmesi halen yürürlüktedir. Israrla uygulamıyorlarsa, uygulanması için uluslararası arenada bıkmadan çağrı yapmak gerekir. Tarih boyunca kadın hareketi yükselen bir çizgide ilerlemiştir ve kazanmıştır. Yine kazanacak. Umutlu olmamız lazım. Hiçbir şey bitmedi. Bizi yaralamaya çalışıyorlar, zorlayıcı engeller koyuyorlar ama bu bir etki tepki meselesi. Onlar yaralamaya çalıştıkça biz daha güçleniyoruz, bilinçleniyoruz, yolumuzda bir arada yürüyoruz. Böyle düşünürsek kötü bir durumdan bahsedilemez. İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir ama diyelim ki çekildik, amacı şiddeti önlemek olan bir toplum, şiddeti yasasız da önleyebilir. Esas olan bu zihniyet dönüşümünü sağlamaktır. Bu nedenle her koldan mücadeleye devam edeceğiz. Bugün İstanbul Sözleşmesi gitse bile, yarın daha güzelini getiririz. Kimsenin endişesi olmasın.
- Son olarak İstanbul Sözleşmesi sizce bugüne kadar kaç kadının hayatını olumlu yönde etkiledi?
Olumlu yönde etkilemek bir yana hayatını kurtardı. Yüz binlerce kadının, başta yaşam hakkı olmak üzere birçok hukuki hakkını düzenledi ve umuyoruz ki düzenlemeye de devam edecek.