Mesafeli ve sahih bir edebiyatçı olan Metin Celâl ile 80'li yıllar, 2000'ler ve günümüzün edebiyat ortamı ve şiiri üzerine konuştuk. Metin Celâl, gençlere yol açıcı biri olmanın yanında günü ve insan okumayı da bilen bir usta. Kırgınlıklar, çatışmalara rağmen devam eden yazma eylemini biraz da kendisinden dinleyelim.
- Bugün edebiyat ortamına dönüp baktığımız zaman gerçekten de bir kuşak çatışması görüyoruz ki, kendi çağdaşlarını bile linç etme gayreti içindeler. Fakat bu çatışmalar kültür farklılığı, ideolojik görüş ayrılığı gibi temellerin de dışında oluyor kimi zaman. Siz bu çatışmaları, gürültüyü görenlerden misiniz? Yeni bir durum olmamakla beraber biraz geçmişteki çatışmalardan daha aşağıda bir üslupla başlayan ve süren bu çatışmalar hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medya çağında yaşıyoruz. Tüm yaşananlar da çağın ruhuna uygun. Ekrana yansıdığı müddetçe geçerli. İnsanlar bu durumun sağladığı konforla görüşlerini beyan ediyorlar. Fütursuzluk, saygısızlıkla birlikte cahillik de derinleşiyor. Yaşanan tartışmaları bu gerçeklikle değerlendirmek, atışma, küfürleşme diye nitelemek gerekir diye düşünüyorum.
Kuşak çatışmasına gelince, edebiyat tarihinin her döneminde rastlanılan bir şey. Tüm yeni kuşaklar, önemli eğilimler, ekoller çatışmalar sonucunda doğmuş. Düşünce temelinde, tezlerle gelişen yani dozunda bir çatışma yaşanırsa verimli sonuçlar çıkabilir. Aksi takdirde kavga ettiğinizle, bağırıp çağırdığınızla kalırsınız. Bugünkü kuşak çatışması sosyal medya düzeyinde geliştiği için kavga olarak kalması kaçınılmaz, buradan verimli bir şey çıkmasını bekleyemeyiz. Anlık öfke patlamalarıyla yazıya dökülen, kaçınılmaz olarak küfürleşen bu görüşleri okuyup anlamak için zaman harcamaya bile değmez.
- 80 kuşağı şiiri üzerine bir çalışmanız var. Yeni Türk Şiiri 80'li Yıllar Edebiyat Tarihi açısından önemli bir çalışmadır da. Bu incelemeyi bugün yapsaydınız, bugünkü şairler ve şiirleri üzerine ortaya ne çıkardı? 80'li yılların şiirinin çok okunduğu halde anlaşılmadığını ifade ediyorsunuz. Bugün yazılan şiirler için ne düşünüyorsunuz örneğin?
Yeni Türk Şiiri 80'li Yıllar içeriden bakışla yazılmış, tartışma sırasında kaleme alınmış, polemik niteliği yüksek metinler. Benzeri tartışmaların günümüzde de yapılması gerekir. Uzaktan bakıldığında bir karmaşa var gibi görünse de 2000'li yıllarda geliştiğini söyleyebileceğimiz şiir anlayışları var. Bunların bazıları süreç içinde seçkinleşecek ve dönemi belirleyen şiir anlayışı olarak kalacaklar. Yakından bakarak onları değerlendirmek mümkün. 2000'li yıllar şiiri üzerinde çalışsam benim bakışım dışarıdan olur. Ben, günümüz şairlerinden kendi dönemlerini değerlendirmelerini beklemenin daha uygun olacağını düşünüyorum. Az da olsa bugünkü şiir üzerine çalışanlar var, onları izlemek en doğrusu.
- Yeni Türk Şiiri 80'li Yıllar'da imgeci yönelim, siyasi bakış, bu şiirin 1990'lara aktardığı birikim ve dikkat başta olmak üzere, 12 Eylül ve Toplumcu Şiir, Genç Müslüman Şiir, Şiir Okulu Olarak Hapishaneler, 1980'li Yılların Kadın Şairleri, şiir dergileri, şiir eleştirisi, şiirin sürümü üzerine yazılar yer alıyor. Dönüp geriye baktığınız zaman bu başlıklar altında "şurada bir eksiklik var" duygusuna kapıldınız mı hiç?
Yeni Türk Şiiri 80'li Yıllar tartışma sürerken yazılmış, polemik değeri olan yazılardı. Süreç içinde ve sonraki yıllarda elimden geldiğince tartışma konusu olan seksenli yılların şiirini tüm açılarından ele almaya çalıştım. Bu verimde dergi çıkarıyor olmanın, belirli periyotlarda yazmanın etkisi büyük. Özellikle 90'larda Sombahar Şiir Dergisi çıkarken geriye dönüp değerlendirmeler yapmak imkânı oldu. Her çalışma eksiktir, hele Yeni Türk Şiiri 80'li Yıllar gibi çeşitli yazıların toplanmasından oluşan kitaplarda bu eksiklik duygusu daha çok duyulur. Geriye dönüp baktığımda imge ve estetik kavramları üzerinde daha çok çalışsak ve yazsak iyi olurmuş diye düşünüyorum. Biz bu kavramlar zaten biliniyor diye düşünüp çok ayrıntıya girmemişiz. Yeni kuşaklar, bugünlerde kitabı okuyanlar, dönemi yaşamadıkları için, haklı olarak neden şiir görüşümüzün temeline estetik şartı ve imgeyi koyduğumuzu kavrayamıyorlar.
- Yazanların okuma görgüsüne bakıyorum da, sanki bir kesim hiçbir şekilde kendi yazdığı metinler dışında başka metinlerle temasa geçmiyor gibi. Oysa yazanların en çok okuyanlar olması gerekmez mi?
Başkalarının yazdıklarını okumamak, okumadığını söyleyerek övünmek çoktandır moda. Dağlarca bu özelliğiyle övünürdü. Ondan etkilenen şairler de bu durumun bir meziyet olduğunu sandılar. Oysa Dağlarca kendi durumunu samimiyetle ifade ediyordu; gözleri görmediği için başkalarının yazdıklarını okuyamıyordu, ama okutuyordu. 80'li yıllarda Kadıköy kahvehanelerine gidenler Dağlarca'nın yeni kitapları, dergileri okuttuğuna şahit olmuştur.
Okumakla yazmak arasında doğru orantılı bir ilişki yok. Okumak başlı başına bir alışkanlık ve büyük bir zevk. Kitap okumamakla övünenler bu zevki tadamayanlardır. Her yazandan okumasını bekleyemeyiz. Ama kitap okumadığı için yazdıklarının yavan kaldığını anlayabiliriz. Yazdığınız türde konumunuzu belirleyebilmemiz, öncü mü demode mi olduğunuzu anlayabilmeniz için bile okumanız gerekir. Çünkü yazma yetisi içsel bir şey olsa bile okuyarak beslenmediğinde gelişmez, aksine güdükleşir. Yazar okumazların akıbetlerini biliyoruz; hiçlikte kayboldular.
- İmge, Ayrım, Yeryüzü Konukları. Fanatik, Özgür Edebiyat ve Poetika adlı dergilerin yönetimlerinde bulundunuz. Şiirin bugün bilinen yaygın tür olup da satışının en az olduğu iddia edilmesine rağmen dergilerle çok daha fazla yayıldığı düşüncesi doğru mudur? Dergilerde yayımlanan her şiir yeni bir şairi topluma kazandırmaya yeter mi?
Ben her şairin yaşamının bir döneminde bir dergi oluşumunda yer almasının faydalı olduğunu düşünüyorum. Çok öğretici ve insanı verimli kılan bir süreç. Ama gerçek anlamda bir dergi olmalı. Yani, ürünlerin üst üste konulduğu bir derleme değil, ürünlerin görüşlerle desteklendiği, rotasının çizildiği gerçek anlamda bir dergi olmalı.
Günümüzde yaygın olarak dergi görünümlü derlemeler yayınlanıyor. Bu yayınlarda da çok fazla sayıda şiir yer alıyor, çünkü şiir yazmak kolay sanılıyor ve kaleme sarılan ilk olarak şiir yazıyor. Bu tür derleme nitelikli dergilerin okunduğunu sanmıyorum. Kendi yazarları, şairleri bile satın alıp okumuyor. O nedenle de bu tür yayınlarda yer alan şiirlerin bir yaygınlık kazandığını söyleyemeyiz. Günümüzde şiirin yaygınlık kazandığı medya internettir. Ama internet okurunun tercihi ne yazık ki yeni şairlerden yana değil. İnternet okuru klasikleşmiş şairleri ve onların sahtelerini okuyor esas olarak.
- Halen bir yayınevinde yayıncılıkla meşgulsünüz. Fransa ve Almanya gibi ülkelerde kitaplarınızın yayımlanmasının yanı sıra farklı dillere de metinleri çevrilmiş bir şairsiniz. Bu konuda Türkiye'deki yayıncılık politikasından biraz söz eder misiniz? Avrupa ve doğumuzdaki ülkelere kıyasla yayımcılık konusunda sizce ne aşamadayız?
Yayıncılık açısından çok şanslı bir ülkede yaşıyoruz. Müthiş bir kitap çeşitliliği var, çeviriye açık bir ülkeyiz. Türlerinde en önemli metinler hızla Türkçeye çevriliyor ve yayınlanıyor. Yayıncılığımız hem üretim adedi hem de yeni yayınlanan kitap başlıkları açısından dünyada üst sıralarda. Ve tüm bu faaliyet yayımlama özgürlüğünün olmadığı bir ortamda, ağır ekonomik şartlarda yapılıyor. Doğumuzdaki, hatta kuzeyimizdeki ülkelere göre yayıncılıkta çok ilerideyiz. Avrupa'nın da en büyük yayıncılık sektörlerinden birine sahibiz.
- Şimdiye kadar beş romanınız yayımlandı. Bunlardan biri Everest Yayınları'ndan okuduğumuz Hayatın Ucu romanınız. Betondan bir şehrin kafese döndüğü yaşam alanında çıkmazları artan insanlığın öyküsü... Bu kitap özellikle yaşadığımızın çağın bir trajedisi midir?
Bu kitap özellikle yaşadığımızın çağın bir trajedisi midir, bilemiyorum ama yaşadığımız günlerin trajik olduğuna eminim. Hayatın Ucu ismine uygun olarak hayatın ucu sayılabilecek bir konumda ve halde yaşayanların durumlarını yansıtmaya çalıştığım bir anlatı. Toplu konut sitelerinin insanları ne hallere soktuğunu anlamaya ve anlatmaya çalıştım. İlgi gördü. Sanırım bunun nedeni de toplu konutlarda milyonlarca insan yaşamasına rağmen edebiyatçılarımızın oralarla, orada yaşayanlarla pek ilgilenmemesi. Türünün ilk örneklerinden oldu Hayatın Ucu.
- Bunca yıldır bu ülkede edebiyat işçiliği yapan, yazmak olayı ile hemhal ve bütün yaşamının merkezine bu eylemi koyan biri olarak bu süre içinde hiç kırıldınız mı, neye kırıldınız? Biz yazanlar sizin kadar hem içten hem de mesafeli olmayı her zaman başaramıyoruz, belki de bu yüzden pek çoğumuz ilk kırıldığı anda can verebiliyor. Bu kırılmak duygusuyla nasıl baş ettiniz?
Bizim coğrafyamızda, Doğu Akdeniz'de herhangi bir konuda çaba gösterip engellenmemek, çelme takılmamak mümkün değil. Birçok zamanda ve konuda yaşadığımız kırgınlıklar oluyor. Daha genç çağlarımda bu kırgınlıklar yılgınlık verici olabiliyordu ama zamanla yaptığım işlerin öncelikle kendim sonra da beni yakından takip eden birkaç dostum için olduğunu anladım. Ne yapıyorsam, ne yazıyorsam kendim ve dostlarım için yapıyorum, deyip yüreğimi rahatlatmaya çalıştım. Ama bugün halen hakkımda yazılmış olumsuz bir yorum gördüğümde ya da duyduğumda yüreğimin bir yeri çıt eder. Bu tip saldırılara özellikle sosyal medyada sık rastlarız. Yüzüme karşı "aman canım abim!" diye yavşayan birinin, elde etmek istediği çıkarı sağlayamayınca sosyal medyadan hırladığına şahit olduğumda insanların ikiyüzlülüklerine bir kez daha kırılıyorum. Ama kırıla kırıla kırılmamayı da öğrenmek gerek. Kulağımızı her türlü sese, övgüye de yergiye de kapamayı ne ölçüde başarırsak o ölçüde kırılmadan sevdiğimiz işleri yapabiliriz diye düşünüyorum, aslolan da bu. Aldırmayacaksın!
- Genç yazarları en çok destekleyen şairler arasındasınız benim için. Sizin açınızdan genç yazanları desteklemek önemli midir, neden önemlidir? Peki, takip ettiğiniz genç yazarlar ve şairlerden sizin için önce çıkan, gelecek vadeden birkaç isim söyler misiniz?
Su akar yolunu bulur. O nedenle aslında kimsenin desteklenmeye ihtiyacı yok, benim yaptığım esas olarak bulunduğum konumlarda yol açıcı olmak. Sevdiğim, beğendiğim yazar ya da şairin kalıcı olmasını, eserler vermeye devam etmesini arzuluyorum, o insanların önünü açmaya çalışıyorum. Çünkü ilk adımlarda en küçük tökezlemenin bile büyük olumsuz etkileri olduğunu, yolun başındaki insanın caymaya, bırakıp gitmeye daha çok meyilli olduğunu biliyorum.
İsim söylemek tehlikelidir, ama belki dikkati çeker umuduyla söylemekte de fayda var. Şairlerden: Enes Kurdaş, Selenay Kübra Koçer, Talha Kuru, Oğulcan Kütük, Sadi Karademir, Onur Şahin, yazarlardan: Melisa Kesmez, Pelin Buzluk, Sine Ergün, Nurhan Süerdem, Kamil Erdem, Ömür İklim Demir, Berna Durmaz, Banu Özyürek… ilk aklıma gelenler, tabii ki adlarını saymayı unuttuğum birçok önemli ad var. Elimden geldiğince hepsini okumaya çalışıyorum.
- Benim için bozduğunuz sessizliğiniz ve ayırdığınız vakit için size çok teşekkür ederim.