Beyinleri ve yürekleri olan insanları severim; Dumas'ın bu sözleriyle -insan çocukken inanmak istediğine inanır, nevi şahsına münhasır bir dünya yaratmak için kendine sanırım- insan böylesine ancak şiiri ve felsefeyi kast edebilir diye geçirmiştim içimden. Her şeyin bittiği algısına, duygusuna vardığımız bu çağda artık hissetmeden hızla içimizden geçip giden zamanın dışında hiçbir şeyden emin değiliz, galiba. İster dindar olsun, ister dinsiz bir tek şeyin var olduğunu biliyoruz, -herkesin bir biçimde inandığı- o da hiç olmayan zamanın varlığı. Akılla kavranan hiçbir şey yok artık. Dışarıdaki dünyanın gürültüsü de dâhil buna. Artık duymayan bir kulak, görmeyen bir göz, algılamayan bir akıl, duyumsamayan bir kalp ne işe yarar ki?
Kaybolan şey aslında bu Rasyonalite Duygusu... Rasyonalite ussallıktır, ustalıktır. Gerçeklikle bağı kopanın artık ne akılla ne de ustalıkla bir bağı yoktur. Açıklamasını, şartını, kipini, gereğini, ereğini, amacını yitiren bilginin eylemle de bir ilgisi kalmadığında insanlığın karşılaşacağı şey saçmalıklar silsilesi olacaktır bu yüzden. Durup yaşantılarımıza, dünyalarımıza bakınca gördüğümüz de bu değil mi zaten? Rasyonalite alanı, kulvarı ne olursa olsun karşılıklı iki kefenin eşitliğine dayanır. Gerçeklik kadar onun doğrusallığı da onunla doğru orantılı olmak zorundadır. Aksi halde bilgi eylemi yaratmaz ya da eylem amaçsızca hedeflere yönelir durur. Üstelik insanı öldürebilecek bir biçimde. Bu da James'in insanı "akışkanlıklar yığını" olarak tanımlamış olmasının haklılığını ortaya çıkarır. Bir başka biçimde dogmatik olanın eylemi insanın üzerine üzerine yürüyen batıl dağlar yaratmasından ileriye gitmez. Bu da faydacılığın istediği sonuçları ne fikirsel ne de eylemsel olarak karşılıksız bırakır. Sonuç: Elde var sıfır.
James işlevselciğin ve pragmatist yaklaşımın hem fikirsel hem de eylemsel yaratılarını kendi düşünüş ve yorumlama biçimiyle ele aldığı metinlerde zaman zaman çelişkili yorumlara kapılsa da -bana göre- dinin dalgasal boyutta yarattığı eylemlerde çağının olduğu kadar gelecek çağların insanlarıyla da çoğu zaman hemfikir kalacağı yorumlarda da bulunmuştur. Felsefenin ortaya çıkışından bu yana ve hâlâ yarattığı ‘bulanık zihin' çıkışının nedeni de budur sanırım. Kitapta "determinizmin ilkemi" topluma yansıyıp geri döndüğünde bu toplumların düalistliğidir de. Döneminin ekollerine getirdiği eleştiri de bu biçimdedir biraz. Öznelden nesnele geçişte doğruluğun ve gerçekliğin tutarlılığı ya da tutarsızlığı hislere bırakıldığı anda -her ne kadar ortaya çıkacak her iki sonuç yanlış olsa da- en iyi olanın iyi sonuç olduğu inancını koyuyor ortaya. "Eylemdeki doğruluğun varlıkta olduğu gibi mantık düzeninde de öncelikli olması hususunda ısrar ediyor" olması da bunun sonucudur elbette.
Kendinden önceki her şey gibi James de ortaya koyduğu fikir, yorum ve felsefi zihinsel eylemlerle modern düşüncenin devamıdır. Hiçbir alanda ve konuda radikal çıkışların taraftarı olmasam da James'i James yapan radikal çıkışları olmuştur çoğu zaman. Celal Türer, Tuba Nur Umut, Bilal Genç, Nihat Durmaz'ın ortak çeviri çalışması olan Rasyonalite Duygusu James'in bir araya getirilmiş metinlerinin belirsizliğin aslında belirleyici etkisini de kapsayan düşünceleriyle pratiğe doğru giden yolda teoriden yola çıkmanın ayrıcalıklı ve rahatlatıcı yöntemlerini de dile getiriyor. Rasyonalitenin duygular çerçevesinde berraklaşan insanın düşünme biçimleriyle ya da eylemleriyle yöneldiği ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gerekliliğinin ayrıca altını çiziyor. Algıda seçiciliğin öne çıktığı düşüncelerde duygunun karar vermedeki etkisini idrak etmek için felsefenin neden gerekli olduğu bilincini uyandıran kitap okuru James'in diğer kitaplarına eğilmeye de çağırıyor elbette. Rasyonalite Duygusu hâlâ mantık öğrenemeyenler için ayrıca bir tavsiye.