Öldürmekten daha coşku verici bir şey varsa,
o da yaşamaya izin vermektir.
İçimizdeki en hassas insanların en kolay kurbanlar olduğu gerçeğinden de söz etmemiz gerek elbette. Yazmayı öğrenen insanın kaderi yaşamını sorgulamak, onunla kanlı bıçaklı nefes aldığı her saniye dövüşmek mecburiyeti demektir. Hele ki, felsefi manada düşünüşün avucuna düşmüş ise! Modern dünyanın çıkmazlarına karşı yaşam yine kadim dostu ölümle omuz omuzadır hep. Modernite, yücelttiği yaşamın karşısında çaresizce ölümü aramaktadır öte yandan. Oysa insan sonsuza kadar yaşayan bir canlı da değil, pek çok tür ve nesneler gibi. Yani eyleme geçiş anında ya da daha önceden verilmiş bir kararla zamanın ve dünyanın dışına çıkma isteği çok da sağlıklı bir durum değil. Ve herhangi bir canlının kendi yaşamına son vermek için başkaları için hiçbir geçerliliği olmamasına rağmen küçücük bir sebep yeterli olabilir. Şair İlhami Çiçek bir anda bir sara nöbeti sırada karar vermiştir buna. Henüz 29 yaşında, mecburi ordu mensubu iken. Sara hastalığının verdiği acı, insanda yarattığı çıkmaza tahammülü kalmamıştı. Askerlik yapmak zorunda da değildi üstelik ama hastalığı ile ilgili alacağı rapor askere gitmesine engel olabileceği gibi çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden de edebilirdi onu. Yani o böyle düşünmüştü bunu.
Bireysel olarak ele alınacak bir sorgulama ve cevaplama olmasının yanı sıra bir şair için çok daha kişisel bir meseledir intihar. Sağ edebiyat kesiminin bu kavramın ve eylemin çekiciliğine dair İlhami Çiçek’in intihar ettiğine karşıt bir kaza sonucu öldüğü üzerine görüşler ve anlatılar var. Oysa ölümü denemiş ya da ölümün cazibesine bir kurtuluş olarak kapılmış birinin sağ ya da sol cenahtan olmasının bir önemi yoktur.
İlhami Çiçek hakkında konuşan nadir şairlerden biridir Ahmet Oktay ve onu İslâmcı Şair olarak tanımlar. Bununla birlikte Oktay'a göre Çiçek; İslâmcı Şiir'in yükselişinde payı olan "ama" modernist şiirle bağ kurarak şiir yazan ve şiirlerinde gizilgüç halinde bir günah ve zina korkusuna ilişkin imgelere rastlanan bir şairdir. Ahmet Oktay’ın İlhami Çiçek’e yazdığı şiirin sonunda kendisine ait dizelere yer vermesi de şairin kendiliğinden samimiyetine ne kadar yakın hissettiğinin de göstergesi olmuştur:
YOL ÜSTÜNDEKİ SEMENDER İLHAMİ ÇİÇEK
Ey kalp!
gece olsun, vehmi ve cinneti emziren -Avucundadır
çocuğun ve delinin,
Allahın eli- layemut gece -Gezginin saatidir ki
titreyen kandilin nurunda
arar kendi yazısız taşını
her mezarlıkta
ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
karardı sebilin mermeri
ve gizlendi bu belleksiz zamandan
sönen bir yangın gibi
kûfi.
Ezelden beri mi göçüyorum ben?
Her hayal
kalbe döner
ve vurur bir eski
saatin sesiyle:
-Bana gel.
Kimdir ki o ben,
mevsim
bir yaprak ırmağı gibi
akıp gider içinden
Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî!
Başka dudaklar da var
zikrle yara olan.
İblis ve iğva beni uyutmayan
Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri
ki güzellik
saptırır imanı
-örtünmelidir-
Mangalın korunu avcuna koy da
hatırla:
nasıl unutmuştu 20 yıl Kur’an’ı
İbnü’l Cella
Yine de
tene yöneldim. Püsküren
bir yanardağ gibi
lav akıttım her yanımdan
öleyim diye isteğimden önce
Seyret beni Âdem,
Seyret beni Doktor!
Her göz başka bir hayatın vampiri
Yaşım 27 -İnsan
kökü çürümüş çınar gibi
apansız ihtiyarlar-
Azaltmıyor, azaltmıyor
müezzinin sesi
göğsümdeki kederi
Veronal
ve lüminal. Naylon ve plastik
kent ve çöl
Dün geceydi yandım
"yaşayan sağlam delile dayanarak
yaşasın" diyen ayetle
Ey Rab
çürük benim delilim
bu hicranlı suret?
Bu gözler
çoktan kesti dünyayla o karanlık
sohbetini.
Satranç ve dil
yeniktir ezelden
Bakıyorum pencereden
sırtımda patiska bir gömlek
ve avcumda
Allahın eli, yerin en dibine
"Yalnız hüznü vardır
kalbi olanın."