Ayfer Feriha Nujen

21 Temmuz 2024

1980'lerden masumiyetin son günlerine: Ahmet Güntan

1980 şiirinde dilin ve biçimin önemi artarken, bazı şairler geleneksel kalıpları reddederek yeni bir dil arayışına girdiklerinde bile Ahmet Güntan şiirinde bu değişikler sadece içerikte kendini göstermiştir. Postmodern etkilerin de görüldüğü bu dönemde, şiirde deneysellik ve yenilik arayışını kalıpları kırmadan kalıbını değiştirerek yapmıştır

Şiir yazılmış her dönemde; okurun, yayıncıların, eleştirmenlerin ve kendi aralarında şairlerin dahi "marjinal" diye nitelediği dönemlerde yeni ve farklı şairler ortaya sarsıcı ivmelerle çıktı, ama en "marjinal" dönemler bile edebiyat ve şiir hakkında "son birim" denecek kıvama gelemedi. Cumhuriyet dönemi poetikasız politik (milli duygulu) şiir ve edebiyat ortamı hakimdi, fakat o şairlerin de o şiirlerin de pek azı hayatta kalabildi. Cumhuriyet dönemi sonrasında ise politik şiir kıvılcımlar saçmaya başlamıştı bile. 1980'li yıllara kadar poetik kaygı ile politik kaygının karşılıklı yer değiştirip durduğu şiir anlayışına oranla 1980 şiiri eksik ya da fazla pek çok yanıyla geride bir tek şair bile bırakmamıştır. Bunun nedeni 2000'li yıllarda tasfiye edilmeye çalışılışan ama her defasında tavsiyenin temeli olan 1980 kuşağı şairlerinin sadece şiirler yazmış bir kuşak olmamasıdır. Zira, bugün şairlerin, akranlarım da dâhil buna, yazdıkları şiiri yazma biçimlerini ifade ederken yazının, şiirin gelişimi üzerine epistemolojik ve tarihi açıdan pek sözler edemeyişlerini dikkatle gözlemlediğimizde bile ortaya çıkan şudur: 1980 dönemi şairleri poetikalarını oluştururken güncel divanlarını; yani ortaya koydukları şiirin ve şiir yazılan her dönemin tarihi dokusunu, o dokunun bütün katmanlarını zamanın müfredatına en uygun biçimde aktarabilmiş, çünkü bunu çok iyi öğrenmişlerdir.

1980 dönemi kültür ve edebiyat ortamı siyasi ve kültürel uluslararası etkilerden doğma krizler yaratacak derecede bir edebiyat ortamına sahip olmanın yanında, bugün kullandığımız dili, yazılan şiirleri büyük oranda etkileyen dönem de olmuştur. O dönemin en kenarda kalmış şairleri bile edebiyat tarihi açısından da toplumsal değişimlere içeriden tanık olmuşlardır. Yani ne kör ne sağır. Duyumu sağlayan bir şey ortadan kalktığında da onun varlığını sürdürecek olan şey onun bıraktığı izdir. Bir zamanlar 1980 şiirini tasfiye etmeye çabalayanların ortadan kaldıramadıkları da budur. Bunu, doğrusu yeni kuşak şairlerden çok yine seksen kuşağı şairler yapmaya çalışmıştır. Biraz felsefe bilmenin kimseyi hem şair hem filozof yapmadığını birileri söylemeli artık belki de. Kendinden önceki dönemleri de sanat eserlerini de ortadan kaldırmaya çabalamaların gözünü karartan sadece tarihi yok etmenin hevesi olmadığı gibi öngördükleri konuma erişmek için de bir mücadeleydi tabii, ama ahmaklığın veçhelerini listelemek gerektiğinde kısacası bütünde "insan" budur deyip geçeceğiz elbette. Doğrusu böylece yazanların ve özellikle de şairlerin hasta olduğu konusunda ortaya koydu tezini haklı çıkarır Freud, yazdığı şiirlerde çok başarılı olamasa da.

1980 kuşağının şiiri bir sonraki kuşaklara açtığı yeni imgelem ve fikirler denizi açısından şimdiki kuşak için ayrıca bir nimettir. Bu dönem şairleri politik ya da apolitik tavrıyla ayrıca tarih derslerine de çok iyi çalışmış şairlerdir. Vahşet derecesine varan sıkıyönetim günlerinden bugüne içinde kuşlar gibi ötüştüğümüz bu çağ da onların eseridir. Şiirimiz için en önemli ve acı dönüşümlerin de yaşandığı 1980 dönemi vahşeti gözleriyle görmüş, ruhlarıyla içmiş şairlerin bizzat tanıklık ettikleri tarihin en kanlı sosyal olaylar dönemidir de. Yani 1980 şiirini tasfiye etmek isteyenlere tekrar hatırlamak gerekirse, Türkiye'nin bu travmatik dönemini silmeye, yok etmeye çalışmak bunu yapmaya çalışanların kendilerine yeni konumlar yaratırken aslında yeni kuşağın yol haritası da olacak olan toplumun reçetesini yırtıp atmaktan başka bir şey olmayacaktı, bu amaçlarını gerçekleştirebilselerdi eğer. 1980 Türkiye'sinde özellikle askeri müdahale sonrası ateşi giderek daha da yükselten siyasi atmosferdeki baskılar, bu baskıların getirdiği yoksullar, kısıtlamalar, mideden zihne yetersiz beslenmeler yani adaletsizlikler gibi olayları, oluşumları içeren tamamen sembolist betimlemelere dayanan şiirler bile bugün bile Türkiye'de birçok şeyin neden değişmediğini anlatacak kadar güncel olmuşlardır. Ahmet Güntan'ın aşağıdaki şiiri gibi: 

"Masumun savunmaya ihtiyacı yok,
dik dur, dik otur, ne bekliyorsun,
güzel uyku, temiz su, bir kalıp sabun,
o gün uyanıp, yüzümü yıkayacağım. 

Bir gelecek var, güzel gelecek,
yüz yıl sonra tam bugün gelecek,
en iyi kaçış vazifeyi yüklenmekmiş,
kim görür, kim görmez ben bilmiyorum. 

Bütün istediğim bir kalıp sabun,
kısa saç, temiz yüz, meleyen koyun,
karanlığı değil, aydınlığı kör edici,
birazı kalır bunların, çoğu gidici." 

Bireysel ve lirik görünümlerine rağmen 1980 dönemi şiiri edebiyat tarihimizin en ağır travmatik dönemlerinden birinin de ürünüdür. 1980 gibi bir dönemden aydınların, şairlerin aklı başında çıkmasını beklemek de elbette haksızlıktır. Hakeza akıl alıcı zig zaglarla ilerleyen birçok şair bu minvalde sayılabilir, fakat Ahmet Güntan'ı bu delirmelerden ayrı tutmak gerekir. Doğrusu tarihe tanıklık etmesi gerekenlerin de sağlıklı ve sakin zihinler olması lazım gelir. Bizim aydınlarımız, şairlerimiz, kendine "şair" diyenler spekülasyonlarla varlık sürebildiği için Ahmet Güntan gibi şairler bıçak oyunlarında sessiz kalır, ancak bıçak kemiğe dayandığında da söylemesi gerekeni söylemek istediği gibi dile getirir. Bunu eğlenceli hale getirense yazma biçimidir. Bireysel deneyimlerden, duygulara ve içşel dünyaya odaklanan daha lirik ve kişiselliğini de yitirmeyen şiirlerle… Dil ve biçim denemelerini modern şiirde biraz fazla abartanların her dönemin şiirinin elbette deneyselliğe dayandığını bilerek Ahmet Güntan'ın şiirlerindeki biçimselliğin karışık bir bulmacaya gitmeden nasıl yazıldıklarını akranlarım da görsün isterdim.

1980 şiirinde dilin ve biçimin önemi artarken, bazı şairler geleneksel kalıpları reddederek yeni bir dil arayışına girdiklerinde bile Ahmet Güntan şiirinde bu değişikler sadece içerikte kendini göstermiştir. Postmodern etkilerin de görüldüğü bu dönemde, şiirde deneysellik ve yenilik arayışını kalıpları kırmadan kalıbını değiştirerek yapmıştır. Nazikçe ve zekâya dayalı adımlarla. "Şu duvara da benim fotoğrafım asılsın" diyen şairlerden de olmamıştır bu yüzden. Bugün zaten artık edebiyattan söz etmenin olanaklarını sadece finansal kaygılara dayanarak kendi kitaplarını öne çıkarmak uğruna pek çok şeye göz yumarak yapanlar elbette ekran ekran dolaşsalar, bilbordlara da asılsalar şiir onların yazdığı şey olarak anlam bulmayacak. Çünkü. Ahmet Güntan'ın yukarıdaki şiirinde dediği gibi, "birazı kalır bunların, çoğu gidici." Güntan, sadece şair olarak değil, aynı zamanda eleştirmen ve edebiyat kuramcısı olarak da benim için önemli bir yere sahip edebiyat izleri içinde. Edebiyat üzerine yazdığı denemeler ve eleştirilerle de edebiyat alanında önemli bir şair. Karanlığı sevenleri sevdiğim için de olabilir tabii…

Postmodern ve deneysel şiire karşı argümanları elbette ironi içerir, yazdığı her şey gibi. Onun şiirlerinde de deneysel yaklaşımlar kendi oluşturduğu geleneğe uygun biçimde olmuştur hep. Şiirlerinden düz metinlerine ironi, parodi, intertextuality gibi postmodern öğelere sıkça rastlarız. Bu da bir çeşit oluşçuluğa dayanır. Onun şiirlerindeki toplumsal şiir yapış yapış bir duyarlılıktan öte içte daha vicdanlı bir zemine sahiptir. Feminist ve Anadolu şiirinin izleğine de sahip olan Güntan şiirleri bir dönem söz konusu olduğunda 1980 kuşağı manipülasyona dayalı üslubuyla var olan şairlerin 2000'li yıllarda kurmaya çalıştıkları (artık böyle bir ortam mümkün değil neyse ki) şiir ortamında bir kurucu gibi görünse de tasfiyesi mümkün olmayanlar arasında şiiri görsel performansa da dayanan, bağımsız çağdaş şiir için pek çok şair gibi kendini yerden yere atmadan 1980 döneminden masumiyetin son günlerine önemli bir eşik olmuştur. Fakat, bir zamanlar bir şiirinde "b*k" kelimesi geçiyor diye Ahmet Hakan'ın dahi ortadan kaldıramadığı gibi istediği biçimde de ortaya çıkaramadığı bir şair olmuştur. Şair her zaman hakkını alamasa da şiir yazıyor olmaktan, düşünceler, görüntüler, varoluş biçimleri açısından en zengin olan bu dönem ve şairleri için şunu söylerim hep, "yaşasın seksen şiiri!"

Ayfer Feriha Nujen kimdir?

Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır.

Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir.