Aydın Engin

10 Ağustos 2011

Zor Ama Zorunlu Sorular...

Ustalarımdan biri (Fuat Büte) “Bir sorunun çözümü üstüne kendinin de...


Ustalarımdan biri (Fuat Büte) “Bir sorunun çözümü üstüne kendinin de ikna olduğun cevapların yoksa, soruları ardarda sırala. Çözümü okurlarla birlikte aramış olursun” diye öğütlemişti.
Usta öğüdüne uyacak, ardarda sorular sıralayacağım. Çünkü “Bu kanlı düğüm nasıl çözülmeli” sorusuna beni de doyuran bir cevap bulamıyorum.

Suriye
’den söz ediyorum.
1953’de Mişel Eflak’ın BAAS Partisini (Arap Sosyalist Diriliş Partisi) kurduğu ve kısa sürede sadece ülkesi Suriye’de değil, Mısır’da, Irak’ta, Lübnan’da, Ürdün’de, Tunus’ta, Sudan’daki  aydınlar ve hatta kitleler arasında bütün Arapları tek bir devletin, hem de sosyalist (Arapça: İştirakiyyun) bir devletin çatısı altında buluşturma umudunu tutuşturduğu günlerden bu yana Dicle ve Fırat köprülerinin altından çok sular aktı. Mişel Eflak’ın yoksul ve cahil Arap kitlelerini tepeden inme bir sosyalizm yoluna götürmeyi hedefleyen ideolojik çizgisi yapay ulus-devletler arasında parçalanmış Araplar için çok ama çok kısa bir süre umut kaynağı olabildi. Siyasal olarak BAAS içinde yeralmış subaylar kısa sürede BAAS ütopyasını ordunun zorba gücüyle korunan, ülkelerin kılcal damarlarına kadar sızdırılmış gizli servislerle güven altına alınan birer askeri diktatörlüğe dönüştürdüler. Irak’ta Saddam Hüseyin, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Sudan’da Ömer El-Beşir, Libya’da Kaddafi ve Suriye’de Beşar Esed bu uğursuz zincirin son halkalarıydı.
Mişel Eflak’ın İştirakiyyun ideolojisi kısa sürede her türlü yolsuzluğa elverişli birer devlet kapitalizmine, namlularını kendi halkına çevirmiş ordulara, Baas partileri de bu diktatörlüklerin tek parti iktidarı olarak siyasal örgütlerine dönüştü. 
Saddam gitti. Mübarek gitti. Bin Ali gitti. Ömer El-Beşir ve Beşar Esed’in günleri ise sayılı. Suidi krallığında, Cezayir’de, Ürdün’de, Kuveyt’te, Körfez Emirliklerinde yani Arap ülkelerinin geri kalanında sular hızla ısınıyor. Ancak henüz şairin “Buhara inkılabıdır suyun” dediği kaynama noktasına ulaşmadı. Ama ısınan su er geç kaynar...
*    *    *
Şimdi sorular...
Mübarek devrildi, kafese kondu, yargılanıyor.  
 
Yargılanan belli, peki yargılayan kim?  
Mübarek gitti. Peki ama yerine gelen ne?  
Bugün Mısır’da iktidar Tahrir Meydanında özgürlük çığlığını yükselten kitlelerin mi, yoksa Baasçı politikacılar, gizli servis elebaşıları ve generallerden oluşan yeni  (yeni?) bir koalisyonun mu ? Tahrir meydanında ekilen tohumlar yeşerip özgürlük çiçeklerine dönüşebilecek mi?
Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali iktidarını deviren kitleleri şimdi kimler yönetiyor? Zeynel Abidin dönemini yargılamaya hazırlanan siyasal güç kimlerin koalisyonu?  

Arap Baharı
şiirli bir terim. Diktatörleri alaşağı ederek bunu hak etti de. Ama bugün gelinen aşama şairin “Ve bir gün halkların kaderi değişmiş olur” dediği aşama mıdır? O aşama yakın görünüyor mu?
Şimdi Suriye’ye Uluslararası Topluluğun yaptırımı sözkonusu. O uluslararası yaptırım ki önce Iraklı bebekleri açlığa ve ölüme mahkum eden bir ambargoydu; ardından tüm Irak’ı kan göllerinde değil kan okyanuslarında boğan bir işgalin adı oldu.
Peki kim ya da ne bu Uluslararası Topluluk?

ABD, İngiltere, Fransa ve onların dümen suyunda gitmeyi dışpolitika ilkesi bellemiş kimi Avrupa ülkeleri... Bunlar mı –mesela- Suriye halkına, –mesela- Libya halkına özgürlük ve demokrasi  getirecek ?
Dahası bu Uluslararası Topluluk denen ve kendine dünya jandarması rolü biçen yapı nedir? Bir örgüt mü? Nasıl oluşur, yönetimi, ilkeleri kimler tarafından belirlenir? Dünya halkları üstüne karar veren ve bunu gerektiğinde (ki sık sık gerekiyor) askeri güç kullanarak uygulayan bu yapı, bu yetkiyi kendinden başka kimden alıyor? Birinci Körfez Savaşından itibaren Birleşmiş Milletler Örgütünün yavaş yavaş kenara itilmesi, bir göstermelik örgüte dönüştürülmesinin altında onun işlevlerinin bu Uluslararası Topluluk denen yapıya devredilmesi gibi pragmatik ve pratik bir hesap mı yatıyordu?
Bu uluslarası topluluk Bosna ve Kosova’da can kırımlarına aylarca seyirci kalıp, yüzbinlerce Boşnak ve Arnavut’un yok edilmesine yolaçtı da acaba neden daha ilk kıpırtıda Libya üstüne savaş uçaklarını, savaş gemilerini saldı?
*    *    *
Bir umutsuzluk yazısı yazmıyorum. Tam tersine kof umutlara kapılmamamız gerektiğini; Arap Baharına serinkanlı yaklaşmamızın kaçınılmazlığını vurgulamaya çabalıyorum.
Suriye’de Beşer Esed’in tankları ölüm saçarken, onu durdurmak bir insanlık ödevine dönüşmüşken, kurtarıcının kim ve ne olduğunu ve neden kurtarmaya soyunduğunu da sorgulamak gerektiğine inanıyorum.
Bunca soru o yüzden. Ustamın dediği gibi “Cevapları okurla birlikte aramak” için...