Aydın Engin

20 Mart 2021

Yine 28 Şubat günleri mi geliyor?

28 Şubat ufak ufak başlamış, sonunda iyiden iyiye azmıştı. Bu mavra "Henüz vakit varken mavrası" diye okunmalıdır…

28 Şubat arifesi ve sırasında gazeteciler sözcükleri kuyumcu terazisinde tartıp kullanmak zorudaydılar. Sorun bugünkü gibi savcılardan ve "hukuktan bağımsızlaşmış" yargıdan değil patronlardan, yöneticilerden geliyordu. En büyük patronlar bile habercilere, yazarlara, yazı işleri çalışanlarına gelip "Yine kızdırdık Ankara'yı. Başımı belaya sokacaksınız. Kaç defa dedim biraz dikkat edin şu yazıp çizdiklerinize" diye fırça atıyorlardı. Fırçanın şiddeti patronun ya da yayın yönetmeninin yediği fırça ile doğru orantılıydı.

Hepsi general olmak koşuluyla çeşitli görevlerdeki "Memleketin gerçek sahipleri" okudukları gazetede beğenmedikleri bir yazı, bir paragraf, bir cümle hatta tek bir sözcüğe rastladılar mı telefona sarılıyor ve daha aşağısına muhatap olmayı kendilerine yediremedikleri için patrona, yayın yönetmenine fırçayı basıyorlardı.

Arada doğrudan yazara fırça atan omzu kalabalıklar da çıkıyordu tabii. Meselâ dönemin dört yıldızlı bir generali, hem de kuvvet komutanı doğrudan beni aradı. Cumhuriyet santralinden Fatoş "Aydın Bey, korkudan adını kaydedemedim ama general arıyor. Çok sinirli. Bağlıyorum" dedi.

Bağladı da.

Gazetedeki arkadaşlarıma ve yakın çevremdeki dostlarıma o kadar çok anlattım ki bugün bile o konuşma ezberimde.

"Paşam" selamsız sabahsız lâfa girmişti.

- Bana bak gazeteci, bugünkü tırmık mı, zırnık mı var ya. Senin yazı…

- Evet paşam,

- Bırak şimdi, paşayı maşayı… Bugün yine eşeğin vajinasına su kaçırmışın…

(Tabii ben kibar bir gazeteci olduğum için, "Paşam"ın kullandığı kelimeyi tam olarak buraya aktarmadım. Ama anlayan anladı herhalde. Berbat bir errrkekkk deyimidir ve "Paşam"a pek yakışıyordu.)

Telaşla gazeteyi açıp kendi yazımı yeniden okumaya başladım. Ama "paşam" beklemedi. "Yediririm sana o gazeteyi" diye kükreyip telefonu suratıma kapattı.

Yazıyı bir de "Paşam"ın gözüyle okudum.

Evet, onlara özetle "Sizler de devlet memurusunuz. Tıpkı Karayolları Genel Müdürü ya da Tapu Kadastro Genel Müdürü gibi. Seçilmişlere akıl vermek, ne yapacaklarını söylemek sizin işiniz değil, yetkiniz de yok" gibi bir şeyler yazmıştım. Anlaşılan "eşeğin vajinası"nı ıslatan bu cümleler olmuş.

Ertesi gün İlhan Selçuk odasına çağırdı. Ona pek yakışan tilki gülüşüyle sordu:

- Yine paşaları kızdırmışın sen...

- Öyle olmuş abi. Kızmışlar belli.

- Ama haklılar. Koskoca general Tapu Kadastro Umum Müdürüyle bir mi yani? Ben paşa olaydım ben de sana fırça atardım. Sayende fırçayı sen değil ben yiyorum.

- Ben de yedim abi. Dün…

Yine güldü.

- Ben de bugün… Neredeyse senin kelleni isteyecekti…

Merak bu ya sordum:

- Sen ne cevap verdin abi?

- Siz kendi işinizi yapsanız, biz de kendi işimizi yapsak daha iyi olur paşam dedim. Hiç memnun olmadı. Telefonu kapattı.

* * *

Ama "paşamgiller"in zemberekleri boşalmıştı. Öyle tek tek telefon etmek, konuşmak filan yerine sorunu askeri yöntemle, yani toptan çözme kararı vermişler. Emir demiri keser hesabı bütün patronları ve yayın yönetmenlerini Ankara'ya çağırmışlar.

Bizim gibi ayak takımının haberi olmadı. Ama sonuçlarından fena halde haberimiz oldu.

Milliyet'te, Radikal'de, Sabah'da, Yeni Yüzyıl'da bütün çalışanları bir araya getirip konuşulmuş diye duyduk. Doğru mu bilmiyorum.

Ama Cumhuriyet'te öyle olmadı. Yazı işleri müdürü mü, yayın yönetmeni mi hatırlamıyorum, servis şefleriyle tek tek konuşmuş. Onlar da bizlere ilettiler.

Uzun hikâyedir. Ama tartışılmadan kabul edilmesi zorunlu olan emirlerden birini saymam ötesini tahmin etmeniz için yeter.

"Bundan böyle 'PKK militanları' denmeyecek, hele 'PKK gerillaları' asla kullanılmayacak. Onun yerine 'teröristler' denecek Apo'dan söz ederken başına mutlaka 'bebek katili' getirilecek... 'Pekekeli' denmeyecek 'Pekakalı' denecek. PKK'liler için 'ölü ele geçirildi', korucular için 'hayatını kaybetti', askerler için ise 'şehit oldu' denecek.

İyi de, dikkat edelim de alışkanlıklar var. Anadolu Ajansı bile "PKK gerillaları dün saldırdı, iki asker, üç korucu hayatını kaybetti" diye haber geçiyor.

Haydiii, bütün teknik servisler seferber, pösteki sayar gibi haberler, köşe yazıları taranıyor, "sakıncalı" sözcükler "sakıncasızlar"la değiştiriliyordu.

Sonra?..

Sonra alışıldı ve ne "emir buyuruldu" ise öyle yapıldı

* * *

"Durup dururken bu 28 Şubat mavrası da nereden çıktı" diyenleriniz oldu mu?

Onlara cevabımdır:

Merkez Bankası'nın önce günkü faiz yükseltme kararına "isabetli bir karar" diyen namlı bir gazetede gece yarısı bu başlık kazındı.

AKP medyasında yazdığını bir an için unutan şaşkın bir yazar "HDP'yi kapatmak Meclisin meşruiyetini sorgulatmaya yol açabilir" diye yazdı. Taşraya gazetenin o baskıları gitti ama şehir kalıplarında o cümle kazındı.

Biden'ın Rusya otokratı Putin'e "katil" demesini altyazıda düz bir haber gibi aktaran bir haber televizyonunda sorumlunun cezalandırılması istenmiş. Kim istemiş öğrenemedim. "Dört yıldızlı bir general mi" diye dalga geçtim, "Çok yıldızlı bir sivil abi" diye benimle dalga geçildi.

28 Şubat da böyle ufak ufak başlamış, sonunda iyiden iyiye azmıştı. O yüzden bence bu mavra hiç de "durup dururken" değil.

Tam tersine "Henüz vakit varken mavrası" diye de okunmalıdır…