07 Mart 2011
Yarım Bırakılan Bir Yazı...
Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, gazetecilerin tutuklanmasına ilişkin olarak medyada yer alan...
Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, gazetecilerin tutuklanmasına ilişkin olarak medyada yer alan eleştirilere karşı bir açıklama yayınladı. Bugünkü gazetelerde tamamını ya da özetini bulacaksınız. T24’de hemen hemen tam metni dün yayınlandı. Belki bu gün de sayfada kalır...
Önemli bir açıklamaydı. Galiba ilk kez savcılık böyle bir açıklama yaptı. Tepkilerin yoğunluğundan ve çok geniş kesimlerden, hatta Çankaya’dan gelmesinden dolayı olsa gerek.
Sadece önemli değil, ilginç de bir açıklamaydı. Savcı Öz kelimelerle oynamadan apaçık şöyle dedi:
"Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında elde edilen ve soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir."
Ne dersiniz?
İlk bakışta adam haklı. Elinde “Açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım deliller” varmış. Tutup “Yooo olmaz, ille de açıklayacaksınız” diyecek halimiz yok elbette.
Ama soru da sorun da bu değil ki?
O “Açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım deliller” Ahmet Şık’a da, Nedim Şener’e de, onlarla birlikte savcılık sorgusunda bulunan avukatlarına da açıklanmadı.
O zaman savcılık Ahmet Şık ve Nedim Şener’i neden sorguladı?
Kestirmeden “Kardeşim sizin hakkınızda tutuklanmanızı gerektiren deliller var elimizde. Bunların ne olduğunu size söyleyemeyiz. Ama sizi tutuklayacağız” deseydi daha kestirme ve daha anlaşılır bir tutum olmaz mıydı?
Nitekim Kafka’nın Dava’sında Joseph K. da böyle sorgulanır, tutuklanır ve mahkûm edilir. Yani yadırganacak bir durum yok...
* * *
Peki ya o deliller yanlışsa, yalansa, sahteyse, palavraysa hatta hiç yoksa?
Örneğin Balyoz davasında emekli orgeneral Çetin Doğan hakkında tutuklama kararı verildiğinde “deliller” biliniyordu. Nitekim iddianame düzenlendiğinde de aynı delilleri gördük. Kimileri delillerin gerçekliğine inandı; kimileri sahteliğine. Ama sanıktan da gizlenen delil olgusu ile karşılaşmadık...
Bu durumda soruşturmanın gizliliği kalkanının ardına saklanmaması gerektiğine inandığım savcı Zekeriya Öz’e bir çift lafım var. Ona şunu sormak isti....
* * *
Tam burada bu yazıyı bitirmekten vazgeçtim. Yarım kalsın dert değil.
Ahmet Şık’ın avukatı Akın Atalay’ın açıklaması ekranıma geldi ve benim yazacağım her kelimeyi gereksiz hale getirdi.
Siz de benim gibi yapın. Bu Tırmık’ı bırakın ve Atalay’ın açıklamasını okuyun...
* * *
Kısa bir düzeltme notu: Özden Örnek’in günlüklerini gün ışığına çıkaran gazeteci olarak hemen bütün gazeteler, televizyonlar Ahmet Şık’ı gösterdi. Bu yanlış. Ahmet Şık o günlükler kadar önemli ve ilginç bir başka haberin sahibiydi. Nokta dergisinin 8 Mart 2007 tarihli sayısının kapağında yer alan ve “İki tür gazeteci vardır: TSK karşıtları, TSK yandaşları!” başlığını taşıyan bu haberde Ahmet Şık bir Genelkurmay andıcını gün ışığına çıkarmıştı ve o haberiyle Metin Göktepe Haber Ödülü’nü almıştı. Darbe Günlükleri’nin Nokta’ya nasıl ulaştığı ise Alper Görmüş tarafından daha önce ve galiba bir kaç açıklanmıştı. Bunları biliyordum ve gel gör ki Ahmet Şık’la ilgili yazdığım Tırmık’a baktığımda , o yanlışı kendimin de yaptığını, Ahmet Şık’ı Darbe Günlükleri’ni çıkaran gazeteci olarak gösterdiğimi görüverdim. Lafı gevelemeyeyim. Utandım. Benim kıdemime yakışmayan bir savrukluktu. Tüm T24 okurlarından, hele bu konuda “yorum yaz” kutusunda gerçeğe işaret eden okurlardan özür dilerim.