Önce bu köşenin “yorum yaz” kutusuna değil de doğrudan adrese teslim e-mektup yollayan ve yazdıklarından “mütedeyyin” kesimden olduğu anlaşılan bir okurdan bir kaç satır:
“...yani Engin bey, bu kadar ehemmiyetli bir davada işlenmiş kusurlara atıfta bulunmanızdaki maksadı anlamak müşkül.. Hatasız kul olmaz. Savcılardan da hata sadır olamaz mı? Onların kusurlarını, yanlışlarını yazıya geçirmekte ne gibi bir faide müşahade ediyorsunuz ki? Bu dünyada mazlumun yanında saf tutmayan, ruz-u mahşerde kimlerin safında sayılacaktır bir düşünseniz iyi olur...”
Anlaşıldı. Ergenekon üstüne yazdıkça ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranabileceğiz. Bereket yazıp çizdiklerimden dolayı bu dünyada da, ruz-u mahşerde de başıma gelecekleri umursayanlardan değilim. Yani ben bildiğimi okumaya devam edeceğim.
Demek ki dün kaldığımız yerden devam...
* * *
12 Mart 1971 darbesinden sonra kurulan sıkıyönetim mahkemelerinde görevli askeri savcılar siyasal davalara bakabilecek kıratta, kültürde, eğitimde ve deneyimde değillerdi. Meslek yaşamlarında nöbette uyuyan asker, süngüsünü kaybeden asker, amirine itiraz eden asker, izinden geç dönen asker davaları için “iddianame” düzenlemişlerdi. THKP-C, THKO, TKP, TÖS davaları gibi bol sanıklı davalar için hazırladıkları iddianamelerin Türkçeleri berbat, cümleleri düşük, asgari bir sistematikten nasipsiz, uzun mu uzun, hele hele siyasal analizleri (=çözümlemeleri) yürekler acısıydı.
Bencileyin sanıklar içinse bu iddianameler aynı zamanda mizah konusuydu. “Marksist, Leninist ve hatta Maoist olan bu anarşistler...” diye başlayan bir cümleye kim gülmez ki?
Yıllar sonra istifa edip avukatlığa başlayan “eski” bir askeri savcı ile adliye koridorunda karşılaştık. Ayaküstü sohbette, “Engin bey, adam karşımda ‘Emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde kesintisiz devrim...’ diye başlayan bir cümle söylüyor. Zapta geçiriyorum, sonra da ‘Acep bunun ikinci ve birinci bunalım dönemleri ne zaman olmuş ve kesintisizi olduğuna göre devrimin kesintilisi nasıldır’ sorularına nafile cevaplar arıyordum” demişti.
* * *
Ergenekon davasının savcıları besbelli ki yukarıdaki örnekler gibi “cahil” değiller. Ama iddianame hazırlamakta doğrusu onlardan geri kalır yanları yok.
Yine düşük cümleler, yine berbat bir Türkçe, yine aşırı, hatta daha da aşırı ölçülerde özensiz, sistematikten yoksun iddianameler çıktı karşımıza. Dahası ve daha vahimi kanıt olarak iddianameye eklenen telefon konuşmaları, e-mail metinleri, kişisel notlar özel hayatın gizliliği ilkesi gözetilmeksizin, ayıklanmadan, suç kanıtı olabileceklerle soruşturma açısından hiçbir şey ifade etmeyenler yanyana, içiçe, ardarda iddianameye dahil edildi.
Onlarca örnekten birini, sadece birini aktarayım: Savcılar İlhan Selçuk’un telefon konuşmalarında kendilerince suç kanıtı olduklarını düşündükleri sözleri iddianameye koyabilirler. Bunu anlayabilirim. Peki ama İlhan Selçuk’un Fashion TV seyrettiğinden söz eden cümleleri neyin kanıtı olarak ve ne amaçla iddianameye konabilir ki? Bundan savcılara ne, bu iddianameye bakarak İlhan Selçuk’u yargılayacak yargıçlara ne?
Meslek gereği birinci ve ikinci iddianameleri satır satır okudum. Bir çok meslektaşım da öyle yaptı. Aramızda sohbet ederken akranım bir gazeteci “Allah yargıçların yardımcısı olsun. Yer yer pösteki saymak zorundalar. Daha kötüsü bir dizi çok önemli suç kanıtı o yığının içinde gözden kaçabilir” dedi. Haklıydı.
* * *
12 Mart ve 12 Eylül’de iktidara zor kullanarak el koyan generallerin ülkeyi ne hale getirdikleri yakın tarihimizin anısı silinmemiş kanlı izleriyle hala belleklerimizde.
12 Eylül’de Türk-İslam sentezine dayanarak, ardı ardına imam hatip lisesi açarak, imamların maaşlarını Suudi sermayesine ödetmekten utanmayarak bugünlerin tohumlarını atanların şimdi “laikliği koruyacak güç” olarak kendilerini yutturmaya kalkmaları her zaman midemi bulandırdı.
O yüzden darbecilerin yargılanmasına kapı aralayan, elikanlı suç örgütlerinde buluşmuş vurucu güçlerini bellerini kırma umutları taşıyan Ergenekon Davası'nı bu ülkenin daha aydınlık bir geleceğe ulaşması için geçilmesi zorunlu bir eşik olarak gördüm, görüyorum. Ergenekon Davası'nı sulandıracak, karartacak, yalınkatlaştıracak, çıkmaza sokacak her adım beni kaygılandırdı, kaygılandırıyor.
Özgürlük ve demokrasi hedefinden şaşmayanların, bu ülke için başat dertleri bu olanların Ergenekon’a fasafiso diyenlere, Ergenekon sözcüğünde ifadesini bulan suçun ve bu suça yönelen örgütlenmenin var olmadığını savunanlara olduğu kadar Ergenekon Davası'nı saptıracak, sulandıracak, çıkmaza sokacak her yönelime, uygulamaya da aynı kararlılıkla karşı çıkması bir yurttaş sorumluluğudur.
Başta Türkan Saylan olmak üzere ÇYDD’nin yönetim kademelerini gözaltına alan, dernek şubelerini adeta talan eden hoyratlığa ve aymazlığa da işte bu yüzden kesinlikle karşı çıkıyorum. Eğer ÇYDD içinde Ergenekon pisliğine bulaşmış unsurların var olduğu kanısına varılmışsa kanıtlarıyla birlikte onlar gözaltına alınır ve yargıç karşısına dikilirdi.
Bu yapılmayıp doğrudan ÇYDD hedef alınınca bu köşede iki gün önce “Bir umudun piç edilmesi yolunda muazzam bir adım atıldığı” söylendi.
Benzeri adımlar atılırsa yine ve daha da şiddetlendirilerek söylenecek.
Ergenekon Davası'nı saptırmak, çıkmaza sokmak, toplumdaki adalet duygusunu zayıflatmak da suçtur. Bu suçun hesabını vermesi gerekenlerse gözaltı kararlarını veren savcılar ve yargıçlardan çok, ama çok çok önce tümü de devlet memuru olan emniyet örgütü ve onların amiri olan kravatlı mollaların hükümetidir.