Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç –yine- beklenmeyen bir çıkış yaptı. Ergenekon davalarında tutuklu yargılananları ele aldı ve kimilerinin hoşuna gitmeyecek ama çok doğru teşhislerİ ardarda sıraladı.
Arınç’ı sevmeyenler, beğenmeyenler var. Hem de çok.
Benim mesleğimde “beğenmek - beğenmemek” yoktur.
Haberciyseniz ne dendi, ne yapıldıysa onu okurlara eksiksiz aktarmak ödevinizdir. Tersi meslek ayıbıdır.
Bir çözümleme (=analiz) yazıyorsanız, söylenenin, yapılanın, olan bitenin, öncesini ve sonrasını ele alır, olası sonuçlarını çıkarmaya ve sergilemeye çalışırsınız. Analizinizin değeri sizin yeteneğiniz, bilginiz, öngörü yetiniz ile sınırlıdır. Dar ise ortaya okunmaya değmez bir analiz çıkar ve okur bunu farkedince sizi bir daha okumaz. Eh, bu mesleğin en etkili cezası da bu olsa gerek.
Yorum yapmaktaysanız, “beğenme - beğenmeme” ikilemine sıkışıp kalmak, bu tuzağa düşmek daha bir önem kazanır. Söyleyenin, yapanın kim olduğunu önemsemeksizin söylenene, yapılana bakıp bunu yorumlamak zorundasınız. Laf aramızda mesleğin yorumculuk dalında at koşturanlar sık sık değindiğim tuzağa düşerler. (Ben 42 yılda kimbilir kaç kez düşmüşümdür!)
Bülent Arınç’ın son çıkışını bu ölçüt ve ilkeler çerçevesinde önemli ve doğru buluyorum. Önemli, çünkü daha önce savunma avukatlarının, sanıkların, kimi gazete yazarlarının söylediklerini yineledi ama bu kez söyleyen AKP’nin en güçlü adamlarından biri. Böyle bir çıkışın anlamı ve sonuçları olur.
Umarım Arınç’ın söyledikleri AKP içinde yankı bulur ve tek başına iktidar olmanın sarhoşluğu ile burunlarından kıl aldırmayan bu siyasal ekip abdest tazeler. Cezalandırmaya dönüşmüş tutuklamaların son bulması için harekete geçerler.
* * *
Türkiye’de tutuklama anlayışı sahiden ve ne yazık ki cezalandırma olarak işler. Dahası adamına göre işler. Sen, darbe yapacağı iddiası ile suçlanan asıl elebaşıları yüreğin elvermediği, sıkıyı görünce geri adım atmayı huy edindiğin için tutuklamaz, buna karşılık o darbecilerin fikirlerini benimseyen, siyasal ve ideolojik olarak onlara yakın duran, ama ne yapsalar etseler kendi başlarına darbe filan yapacak olanaklardan ve “zorba güçten” yoksun olanları aylar -ve artık- yıllar boyu demir parmaklıklar altında tutar, sonra da “Yargı bağımsızdır, onun işine karışmayız” diye ellerinizi yıkamaya kalkarsanız buna kargalar bile güler.
* * *
Bu satırların yazarı 1970-1980 arası tam beş kez askeri mahkemelerce tutuklandı. Kiminde iki ay, kiminde bir yıl, kiminde dört ay hapiste tutuklu olarak kaldı. Taksit taksit olduğu için pek acıtmadı.
Sondan bir önceki 1980 Mart’ındaydı. Yine yazdığım bir yazıdan dolayı tutuklandım; Davutpaşa Kışlasının hapishaneye dönüştürülmüş ve 12 Eylül hapishanelerinin provaları yapılan koğuşlarına tıkıldım. Dev-Yol, Dev-Sol, THKP-C, TİKKO, Halkın Kurtuluşu (Anladınız, hepsini sayamam yerim yetmez) örgütleri üyesi olarak tutuklanan hemen hepsi benden genç delikanlılarla birlikte yattım.
Mayıs 1980’de ayyaş bir mahkeme başkanının “Katiller sokakta, bu adam yazı yazmış. Bırakın gitsin” demesi üzerine 2’ye karşı 1 oyla tahliye edildim. Genç “mapusane” arkadaşlarım beni marşlarla, türkülerle uğurladılar. İçimde kaçınılmaz bir eziklik, yüreğimde ince bir sızı, açılan kapıdan çıktım.
Sonra 11 yıllık siyasal göçmenlik dönemim başladı.
Yine bir mayıs günü, ama bu kez 1991’de ülkeme döndüm ve havalimanından doğru Sağmalcılar Cezaevinin yolunu tuttum (tutturuldum). Koğuşa girdiğimde beni 11 yıl önce uğurlamış yüzlerce genç arkadaşımı orada buldum. Bütün bir 12 Eylül dönemini hapiste ve ama hükümlü değil tutuklu olarak geçirmişlerdi. Mahkemeleri hâlâ sürüyor ve yakın bir gelecekte bitecek gibi görünmüyordu. Sonra onların büyücek bir kesimi için de tahliye kararı çıktı. Kimi 13, kimi 15 yılı bulan bir tutukluluk döneminin ardından serbest kaldılar.
Şimdi sıkı durun: Bu gençlerin (şimdi koskoca hatta yaşlı birer adam oldular) tümünün davaları hâlâ bitmedi. Sadece bunca yıl yattıktan sonra tutuksuz yargılanma olanağına kavuştular.
Bu nedir şimdi?
Kimse beni “N’apalım yargı erki bağımsızdır” edebiyatı ile uyutmaya kalkmasın... Bu ne hukuktur, ne adalet!.. İlle bir ad takılacaksa bunun adı “zulüm”dür ve “intikam”dır. Sanırım 21. yüzyıl dünyasında zulmün de intikamın da ilkel ve yapan için yüzkarası kavramlar olarak algılandığını hatırlatmama gerek yok.
* * *
Ergenkon davalarında zulüm ve intikam da aşan bir yan var. Yargılanan “darbe girişimi” ise, ki bu bir suçtur ve işlendiyse mutlaka cezalandırılmalıdır.
Ama siz esas suçlular ortalıkta dolanıyor, GATA’da hukuksal sığınma olanağı buluyor buna karşılık mesleki ve siyasal ve ideolojik olarak –bence- sefil bir çizgi izlemiş bile olsalar bu darbe çorbalarında tuzu bulunmayanlar tutuklama gerekçesinin ardına saklanılarak cezalandırılıyorsa, buna adalet değil intikam denir.
Bakalım Bülent Arınç’ın –bence epey gecikmiş- çıkışı AKP saflarında yankı bulacak mı ve bunun bir sonucu olacak mı?