Aydın Engin

21 Şubat 2011

Tutuk Bir Yazı

Alman kültür ve medya yaşamındaki neredeyse bir ayı bulan “kısa devre askerlik”imi bitirip...


Hoşbulduk...
Alman kültür ve medya yaşamındaki neredeyse bir ayı bulan “kısa devre askerlik”imi bitirip kürkçü dükkânına döndüm. Havalimanından evin yolunu tuttum ve Okmeydanı kavşağının oralarda otoyolun tam da ortasına yerleştirilmiş iki kasa dolusu muzu ve  “Eyi muuuuuz” diye çığırıp keyifle satan delikanlıyı gördüm ve sahiden “hoş buldum”.
Bir Alman’ın otoyolda (=Autobahn’da) görse şaşkınlıktan, bir araba direksiyonundaysa aynı zamanda korkudan düşüp bayılacağı cep telefonu şarj aygıtı, şişe suyu, kağıt helvası, balon, simit satıcılarının bildik görüntüsüne bu kez iki kasa muz eklenmişti... 
Hoş buldum” dememek mümkün mü? Gözünü sevdiğiminin memleketi, gözünü sevdiğiminin İstanbul’udur bu. Hiç canım istemediği halde iki muz aldım, yedim...
Yani ilk izlenim: Sahiden hoşbulduk.
Sonra oralarda okunmamış gazetelere hızla göz atmak, eş dostla “Ne var ne yok” sohbetiyle başlayıp “Ben yokken neler oldu sorusuna” atlamak ve...
...Ve “Yav sahiden hoş mu buldum” sorusunu sormak...  

*    *    *

Olup bitene baksanıza...
Orduda muvazzaf general kalmadıysa bile pek azalmış. Bazı emekli albay ya da generallerin tutuklanmasına, sonra serbest bırakılıp sonra yeniden tutuklanmasına alışmıştık ama bu kez tutuklama dalgası bir zamanlar kuvvet komutanlığı yapmış dört yıldızlı generallere ulaşmış...
Başta Soner Yalçın, Oda TV ekibi tutuklanmış... Oda TV tutuklamaları ekseninde ülkede basın özgürlüğü olmadığı (bazı meslektaşlarca ve yeni) anlaşılmış. 
Tutuklu generallerin eşleri Atatürk’e şikâyet için Anıt Kabir’e gitmiş...
Ganelkurmay Başkanı önce Dolmabahçe’de Başbakanla buluşup konuşmuş, ardından yanına kuvvet komutanlarını da alarak tutuklu generalleri ziyaret etmiş. Bu ziyaret kimi meslektaşlarca “Ordudaki tedirginlerin gazını almak istedi” diye yorumlanmış; başka bazı meslektaşlar ise  “Hayır, biz kağıttan kaplan değiliz, demek için gitti oraya” yorumuna ağırlık vermişler...
Süheyl Batum herhangi bir konuda yeni bir demeç vermemiş...
TV ekranlarında “Tartışma programı” adı altında yürütülen “Benim lafım senin lafını döver; benim ideolojik çizgim seninkini ş’apar” dalaşları iyiden iyiye çoğalmış ve “dalaş” dozu kötüden kötüye artmış...
Kılıçdaroğlu, koruma görevlisinin yanlış yönlendirmesiyle yürüyen merdivene tersten binmiş ve bu, yine bazı meslektaşlarda, “ Kılıçdaroğlu oy da veremez merdivene de binemez” türünden derin siyasal analizlere ebelik etmiş...
İktidar partisi başkanı Erdoğan ile ana muhalefet partisinin başkanı Kılıçdaroğlu arasındaki “Ben sana bir... Ben de sana iki... Öyleyse ben sana üç...” düzeyindeki siyasal (Siyasal?) tartışma şiddetlenerek sürmekteymiş... 
Haziran seçimleri yaklaşırken sosyalist solun izleyeceği yörüngedeki belirsizlik henüz ve hâlâ aşılamamış... 
MHP’li tosunlar “Yav yıllardır tekelimizde olan milliyetçilik bayrağını bazı ‘sol’lar elimizden kaptılar, kapıyorlar. Ne halt edeceğiz” diye kara kara düşünmeye başlamışlar...

*    *    *

Tamam, biliyorum, bu e-gazetede haftada beş gün Tırmık yazıyorum. Bana bunun için para veriyorlar. İşim bu. Ama lütfen anlayış gösterin. Çok az bir bölümünü yukarıda sıraladağım “olup bitenler” listesine bakın ve bana hiç olmazsa bir gün “uyum süreci” tanıyın...
Bu kadarını benim gibi kıdemli bir gazetecinin bile kaldırması, sindirmesi zor. Tutukluk yapan bir tabanca gibiyim...
O yüzden bugünlük sadece hoşbulduk...