Şu ülkeden üç gün uzak kalmak bile yetiyor.
Bilen bilir, ekonomik ve siyasal göçmenlerin kol gezdiği, sokaklarda, kahvede, lokantada mutlaka “Bu bizim hemşerilerden” diyeceğiniz, hatta tanıdığınız birilerine rastlamak sıradan bir olaydır. Buna iki güç gün birlikte olduğunuz meslektaşları ekleyin. Fark etmez, ister kökü kökeni Türkiye’den olsun, ister Belçikalı, Alman, Hollandalı, Fransız... Bir soru sağanağından paçayı sıyırmanız olanaksızdır.
Ben ülkeye o sağanaktan sırılsıklam döndüm.
- Engin Bey Uludere için soruşturma başlatıldığı açıklanmıştı. N’oldu o soruşturma, sonuçlandı mı?
Ne cevap verirdiniz?
- Valla o olay çok önemli ve büyük bir olaydı. Normal (gelişkin değil normal) bir demokraside hükümetler devirecek, bakanları, generalleri siyaset ya da meslek sahnesinden kazıyarak silecek sonuçları olurdu. Türkiye’de Uludere cankırımının hemen ardından başladığı belirtilen resmi açıklamalara bakılırsa savcılık, hükümet, ordu ayrı ayrı soruşturmalar başlattılar. Ancak o gün bugün Uludere’de ne olduğuna, o cankırımına kimin yol açtığına, sorumluların kim olduğuna, bombalama buyruğunu hangi kurum ya da yetkilinin verdiğine ilişkin ciddiye alınır bir açıklama gelmedi. Ya abuk sabuk laf salataları çıktı karşımıza ya “Soruşturma titizlikle yürütülmektedir” yollu ninniler...
Bu cevabın dışında bir cevabınız olur muydu, olabilir miydi?
Geçelim.
Yine sorarlar (zaten sordular):
- Abi sen gazetecisin bilirsin; geçen yılki üniversite giriş sınavından, geçtiğimiz günlerdeki KPSS sınavlarına kadar hemen hepsinde “Sorular çalındı... Sorular sızdırıldı... Sorular satıldı” gibi haberlerle kamuoyu çalkalandı. Buradaki yerel medyaya bile yansıdı bu haberler. O konuda açılan soruşturmalar var herhalde değil mi?
Var mı sizce?
- Yoksa onun yerine Başbakandan, ÖSYM’nin tepesindeki zatlardan filan “Yokmuş öyle bir şey. Her şey düzgün yürümüş” demeçleri geldi. Eğer bir soruşturma açılmışsa bile ne oldu, ne gibi sonuçlar verdi konusunda hiç bilgim yok valla...
Benim bilgim ancak bu kadarlık bir cevaba yetiyordu. Sizin daha öte bilgileriniz var mı?
Sağanak bu kesilmiyor ki:
- Herr Engin, Beşşar Esed ile sizin Başbakan birbirlerini kardeş ilan etmişlerdi. Sizinki şimdi Esed’i düşman ilan etti? Arada bizim bilmediğiniz ne oldu?
Ne cevap verirdiniz?
- Valla Suriye’de Baas muhalifleri, bu dikta rejimine ayaklanınca, Tayyip Erdoğan da onları özgürlük savaşçısı ilan edip kucak açtı ve Esed’i düşman ilan etti.
Elin oğlu bu kadarıyla yetinir mi hiç?
- O kadarını biz de biliyoruz. Madem özgürlüğe, demokrasiye bu kadar meraklı, Sudan devlet başkanı denen o cankırım suçlusunu niye bağrına basıyor peki ?
Buyrun burdan yakın...
Elin protestan kilisesine bağlılığı bile kuşkulu gavur gazetecisine Başbakanın sık sık kabaran “sünni damarı”nı, Ortadoğu’yu düzene sokacak bir büyük siyasal lider olduğuna ilişkin temelsiz ve anlamsız kibrini anlat bakalım. Anlat ve karşındakinin anlamasını bekle...
Bir Kürt tanıdık; belli ki siyasetle ilgili ama çok da yakından değil:
- Ağabey Başbakan “Terörle mücadele - Siyasi temsilcilerle müzakere” gibi laflar ettiydi. Ben bundan BDP milletvekilleri ile görüşecek anladıydım.
- Evet öyle dediydi...
- Eyi de ağabey, onlarla görüşmüyor ki sabah akşam onlara sövüyor. Ne iş sence?
Göz aşinalığından öte tanışıklığım olmayan bir “hemşeri” çevirdi ve sordu:
- Engin Bey biz bir türlü cevabını veremiyoruz. Şu bizim jet nasıl düşmüş? Suriye düşürdüyse bizim devlet ne yaptı?
Cevabım yoktu. O yüzden “Kusura bakma acelem var, bir yere yetişeceğim” deyip paçayı kurtardım.
Sahi Türkiye’yi günlerce çalkalayan “düşen jet” olayıyla ilgili son günlerde ne okuduk, kimle bu yakıcı konuyu konuştuk, tartıştık?
Ben hiç. Siz?
* * *
Bu kadarı yetsin. Yetinmeyenler nasıl olsa kolayca beş, on, on beş olay, açıklama, demeç, karar sayarlar.
Dönüş yolunda uçağın en arka koltuğunda üç gün boyunca üstüme yağan sağanaktan gelen soruları düşündüm. Birçoğunu artık sormaz hale geldiğimi, medyada artık değinilmeye değer bulunmadığını, çoğunun en sıkı siyasetçilerden mahalle kahvesi geyikçilerine kadar belleğin derinliklerine itilmişliğini fark ettim.
“Toplumsal bellek” diye fiyakalı bir terim var. Ben de kullanmış olabilirim.
Ama şimdi “Bu terimin aslında içi boş mu? Toplumsal bellek aslında en yakıcı konu ve sorunları çabucak unutmanın adı mı” diye sormaktayım.
Sormaktaydım...
Uçak inip, ben de İstanbul’un boğucu sıcağı ve daha da boğucu trafiğine dalınca toplumsal bellek üstüne ürettiğim “derin felsefi soruyu” da unutuverdim...