Kamuoyu araştırma kuruluşları sayısal veriler sunuyor: Halkın yüzde 67’si Kürt sorununun barışçıl çözümünü destekliyor(muş). Bir o kadar yüzdesi AKP’nin şu anda yürüttüğü süreci destekliyor(muş).
Cümlelerin sonuna yerleştirdiğim “muş”lar ne alay içeriyor, ne güvensizlik ifade ediyor. Niyetim sözü edilen “destek”in içeriğini tartışmak.
Mesleğin amentüsü olan haberin en az ikinci bir kaynaktan doğrulatılmadan yayınlanmaması ilkesini son günlerden iyiden iyiye unutmuşa benzeyen yazılı ve görsel medya, gerçekle kendi gönüllerinden geçeni iyiyeden iyiye karışıtırdı ve anlamsız ve kof bir barış takvimi sundu. 21 Mart’taki Newroz bayramından önce ya da o gün Öcalan PKK’ya “Ateş kes” talimatı verecek. Ardından “Haydi bakalım, istikamet Kuzey Irak! Marş marş!” diyecek ve Türkiye sınırları içindeki silahlı PKK birlikleri buyruğa uyup yollara düşecek ve en geç 15 Ağustos’ta memlekette tek bir PKK savaşçısı kalmayacak veeeee…
Ve Kürt sorunu barışçıl çözümle ulaşmış olacak…
Eğer barışçıl çözüm diye yıllardır tartışılan hedef bu ve bundan ibaret ise kamuoyu araştırma kuruluşlarının rakamları yanlış olmalı. Böyle bir çözüme yüzde 67 değil yüzde 97’lik bir destek yakışır…
Gel gör ki çözüm bundan ibaret olamaz ve süreç öyle değil . Hele hele yukarıda özetlenen basitlikte ve yalınkatlıkta hiç değil.
Eğer sahici bir barışçıl çözümden söz ediyorsak ya da edeceksek Türkiye Cumhuriyeti en önemli ve köklü dönemeçlerden birinin ağzında duruyor. Dileyen “Ah, ah Cumhuriyetimizi cumhuriyet yapan değerler yok ediliyor” diye yas tutup feryat figan ağlasın ya da naralansın; dileyen Tayyip Erdoğan için “Yüksek demokrasi standartlarına ulaşmak isteyen büyük lider” yağcılığına soyunsun…
O ya da bu… Eğer yeniden başladığımız noktaya dönmezsek Türkiye çok keskin bir dönemeçe frenleri pek de sağlam olmayan, direksiyonu boşluk yapan, rot başlıkları epey aşınmış bir araba gibi giriyor. “Başladığımız nokta”nın geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak bir kan ve şiddet anlamına geldiğini gözardı etmezsek, evet, bu dönemece böyle bir araba ile girilecek ve bunu göze almak gerek.
Ama dönemece girdikten sonra olacakları serinkanlılıkla gözden geçirirsek yüzde 67’ye varan destekçi kitlesini zor ve ürkütücü günler bekliyor.
Devletin yapısında, işleyişinde bugüne dek alışılan, alışıldığı için doğal sanılan ve doğal sanıldığı için de değişmez sanılan pek çok kurum, işleyiş çatır çatır yıkılacak. Bereketli altüstlükler yaşayacağız…
Hayır, twitter geyiklerine kapılıp “Türk milli takımına Türkiye milli takımı mı diyeceğiz abi” ya da “Habertürk televizyonunun adı Habertürkiye, Ahmet Türk’ün soyadı Ahmet Türkiye mi olacak kardeş” saçmalıklarından söz edecek değilim.
Ama rastgele sıraladığım şu birkaç soruya bakın:
Valilerin seçimle gelmesi size nasıl geliyor ?
Anayasasında hiç bir etnik vurgunun yer almadığı; ilkokul çocuklarının da her sabah o tuhaf “and” içmediği bir Türkiye sizce nasıl bir Türkiye’dir.
Ya adalet, dışişleri gibi konular dışında kalan pek çok konuyu karara bağlayacak bölgesel parlamentolar ? Mesela Trakya bölge parlamentosu, Güney Ege, kuzey Ege bölgesel parlamentoları, Doğu Karadeniz, Batı Karadeniz bölgesel parlamentoları… Ve tahmin ettiğiniz gibi Güneydoğu Anadolu bölgesel parlamentosu…
Anayasasında devlete hizmet eden yurttaş değil, yurttaşa hizmet eden devlet ilkesinin vurguyla yeraldığı bir Türkiye’ye ne dersiniz ?
* * *
Soruları çoğaltabilirim. Ama mantığı sanırım anlaşıldı. Sahici bir barışçıl çözümün yaratacağı sonuçlara örnekler vermeye çalıştım.
Şimdi son soru:
Bunlar, bu değişiklikler sizce kötü müdür?
Emin misiniz ?
Son kararınız mı ?
(Bence bir kere daha düşünün…)