“Söz uçar, yazı kalır” derlerdi. İletişim alanındaki devrimci sıçramalar bu sözü boşa çıkardı. Yazı kalıyor, ama söz de kalıyor. Hatta sözün sahibi silse bile söz kalıyor.
(Paragraf açıyorum: Biliyorum, yazının daha başındayız ama yine de Ömer Madra arkadaşımıza sataşmak için bu fırsat kaçmaz. Ömer Madra yıllarca “Söz uçar”ı Açık Radyo’nun ana sloganı yaptı. Düzeltmesi gerekecek. “Söz uçar, gider digital ortama konar” filan dese gerek. Parantezi kapattım).
Peki durup dururken böyle cümleler kurmak da nereden çıktı?
Valla AKP’nin Reisi, Cumhurumun başkanı, Sultan 1. Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden çıktı…
Sözdü uçtu ama uçup gitmedi. Şimdi bir tıkla o sözlere ulaşabiliyoruz ve artık Erdoğan silmek istese bile bu mümkün değil.
* * *
Biliyorsunuz, Osman Kavala’nın hukukun evrensel ilkelerine ve hele hele altında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de koskoca mührü bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uyulması zorunlu kesin kararına rağmen hapiste tutulması üstüne aralarında dünyanın en güçlü ülkelerinin bulunduğu 10 ülkenin, Ankara’daki büyükelçileri bir açıklama yayınladılar.
Tayyip Erdoğan küplere bindi. Afrika dönüşü uçakta kendi gazetecilerinin (çanak tutan) sorusuna cevap verdi... Büyükelçilerin açıklamasını egemen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içişlerine müdahale olarak değerlendirdi ve kükredi:
"10 tane büyükelçi bu açıklamayı niye yapar? Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz…"
* * *
Bu kadarla kalsaydı uluslararası düzlemde bir diplomatik saatli bombaya dönüşmez, belki “Reis kızmış, söylenmiş işte ” denip geçilebilirdi.
Ama öyle olmadı. AKP Reisi dili sürçtüğü için filan öyle demediğini kanıtladı. Bu kez de Eskişehir’deki bir tören sırasında sözlerini daha da sertleştirerek yineledi:
"Yatıyorlar kalkıyorlar Kavala Kavala... Kavala dediğin Soros'un Türkiye şubesi. 10 büyükelçi onun için Dışişleri Bakanlığı'na geliyor. Bu ne terbiyesizliktir yav? Siz burayı ne zannediyorsunuz? Burası Türkiye, Türkiye!.. Burada kalkıp da Dışişleri'ne gelip talimat verme gibi bir yola giremezsiniz. Gerekli talimatı ben de Dışişleri Bakanımıza verdim. 'Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz' dedim. Zira, bunlar Türkiye'yi tanıyacaklar, anlayacaklar, bilecekler. Türkiye'yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler…"
* * *
Şimdi ne olacak ?
Reis’in sözü uçtu ve ebediyen kalacağı bir alana kondu. İstense de geri alınmaz, “Yanlış anlaşıldı, maksadını aştı” filan gibi yalama olmuş gerekçelere sığınılarak geçiştirilemez..
Bu satırlar yazılırken (Pazar akşamüstü) ne olacağı henüz belli değil.
Yarın, yarından sonra, bilemedin bir hafta içinde olasıdır ki 10 büyükelçi sahiden de “persona non grata” ilan edilecekler, valizlerini toplayıp ülkelerinin yolunu tutacaklar.
Peki sonra ne olacak?
Valla onu da bilmiyorum ve tahmin de edemiyorum.
“Bu 10 ülke, yeni birer büyükelçi göndermezler, diplomatik skandal, Türkiye’nin zaten yalpalayan dış politikasında kapatılması güç bir yara açar; Türkiye’ye pek pahalıya patlar” diyenler var.
Benim gibi 12 Eylül sonrasında AB ülkelerinin tutumunu yakından izlemiş biri ise yoğurdu üfler, “Türkiye gibi bir askeri müttefiki (NATO) ve önemli bir pazarı AB de, ABD’de gözden çıkarmaz, Türkiye’yi Çin’in, Rusya’nın kollarına atmaz. O yüzden sorunu zamana yayarak çözmeyi tercih ederler” der.
(Yine parantez açtım: Kimse böyle demiyorsa bile ben diyorum. 12 yıllık siyasal göçmenliğimde bunu yaşayarak öğrendim. Şirketler Avrupa’sının çifte standartlarına defalarca tanık oldum. Bir kez daha tanık olursam şaşmayacağım. Parantezi kapatıyorum)
* * *
Peki Türkiye Tayyip Erdoğan’ın farklı yorumlanamayacak, farklı anlaşılamayacak açıklıktaki sözlerine rağmen 10 büyükelçiyi istenmeyen kişi (Persona non Grata) ilan etmez ya da edemezse ne olacak?
Valla ben insaflı davranacağım ve “Eyyyy AKP Reisi büyük lokma ye, büyük laf etme” diyen bir Tırmık yazmakla yetineceğim.
Ama herkes benim kadar insaflı olmayacak ve dört bir yandan Erdoğan’ın canını acıtacak ölçüde dalga geçen sözler yükselecek.
Bu sözler de artık bütün sözler gibi uçup gitmeyecek, bir “tık”la ulaşılır kalacak…
Ey okur!.. Heyecanlı günler bizi bekliyor.