Aydın Engin

12 Haziran 2014

Şimdilik 16 yıl…

Erdoğan – Davutoğlu ikilisinin “Sünni kardeşliği” mavalını, “Sünni dayanışması” zırvasını paketleyip geri yolladı

Biliyorum ortalık toz duman. Türkiye, Suriye’den sonra şimdi de Irak bataklığına da gömülmek üzere. Daha kısa süre öncesine kadar Erdoğan- Davutoğlu ikilisinin el bebek gül bebek ilişkiler içinde olduğu, desteği esirgemediği IŞİD, işi Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul Konsolosunu kaçırıp rehin almaya kadar vardırdı.

Bunun adını çekinmeden koyalım: IŞİD Türkiye’ye savaş ilan etti

Erdoğan – Davutoğlu ikilisinin “Sünni kardeşliği” mavalını, “Sünni dayanışması” zırvasını paketleyip geri yolladı.

Söylenecek çok söz yok: Erdoğan ve Davutoğlu’na dönüp “Besle kargayı, oysun gözünü” atalar sözünü bilip bilmedikleri sorulur ve “İyi de göz sizin değil bizim gözümüz” diye hatırlatılır…

Öte yandan Diyarbakır’daki bayrak provokasyonu Batı kent ve kasabalarında derinden yankılanıyor. Milliyetçilik hızla Kürt düşmanlığına dönüşmekte; toplumda zaten var olan linç kültürü çakacak bir kıvılcım aramakta…

Yine de bunları bir yana itip Pınar Selek’i yazacağım.

Hayır, dedesi sosyalizm yolundaki öğretmenlerimden biri olduğu için değil…

Hayır babası pek sevdiğim, saydığım, nice davada savunmamı üstlenmiş bir ağabeyim olduğu için değil.

Hayır, Pınar Selek kız kardeşim kadar yakınım olduğu için değil.

Onu, da, babasını da, dedesini de hiç tanımasaydım bile yine Musul konsolosunun kaçırılması, bayrak provokasyonunun ürkütücü etkileri gibi yakıcı konuları bir yana bırakır, yine bu yazıyı yazardım.

Çünkü Pınar Selek’in aynasında Türkiye’nin yargı erkini yargılamak, adalet dağıtmakla yükümlü bir devlet kurumunun yürekler acısı ve yürekler acıtıcı halini bir kere daha sergilemek gerektiğine inanıyorum…

*    *    *

Pınar Selek davası bize özetle, özetin de özetiyle tek cümlelik bir gerçek anlatır:

- Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı erkinin elindeki adalet aygıtı genç bir kadın yurttaşımızın 16 (yazıyla: onaltı) yılını çaldı.

Çok mu sert oldu?

N’apalım, gerçek sertse, söylenmesi gereken de sert olur.

Sizleri bıktırıcı hukuk terimleri ile yormaya hiç niyetim yok. İçindeki adalet hedefi silikleşince hukukun dili sadece laf ebeliğine, kelime cambazlığına dönüyor. Pınar Selek davasını on altı yıl boyunca yürüten yargıçlara, yüksek yargıçlara, savcılara, yüksek savcılara sorsanız size hukukun o çetrefil ve ruhsuz diliyle bir sürü gerekçe anlatacaklardır.

Boşverin.

Şu yeter: Pınar Selek hakkındaki tek kanıt, 9 Temmuz 1998’de Mısır Çarşısındaki patlamada bombayı Pınar Selek’le birlikte hazırlayıp yerleştirdiğini itiraf(?) eden Abdülmecit Öztürk’ün ifadesi idi. Pınar Selek bu ifade üstüne mahkûm edildi ve…

Ve sıkı durun: Abdülmecit Öztürk beraat etti…

Bir daha:

Bombayı birlikte hazırlayıp yerleşytiren yani  "suçun" iki eşit sorumlusundan biri olan  Abdülmecit Öztürk beraat etti; öteki ömür boyu hapse mahkum edildi…

Şimdi artık Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın bombadan değil, gaz kaçağından kaynaklandığını söyleyen uzman polislerin raporları; bombayı yerleştirdiği iddia edilen Abdülmecit Öztürk’ün savcılıkta ifadesini önce reddedip, polislerle on beş dakika “başbaşa” kalınca yeniden itiraf ediverişi filan ayrıntıdır; üstünde yazmaya değmez…

Çok somut bir davayı on altı yılda sonuçlandıramayan; bir genç kadının 16 yılını taammüden çalan bir aygıt için söylenecek söz, yazılacak yazı mı olur?

*    *    *

Bu yazı on altıncı yıl yazısıydı.

Korkarım 17, 18 belki 19, hatta 20. yıl yazıları da yazmak zorunda kalabiliriz…

“Geciken adalet adalet değildir” derler ya kulak asmayın… 16 yıllık gecikme mi olur… Ona olsa olsa şey denir…

Eeee…

Şey denir…

Şey…