Yazı, hatta 24 saat ömrü olan gazete yazısı bile tuhaf bir serüvendir. Bazan başını alır gider, yazar da onun ardı sıra sürüklenir.
Sık olmaz ama çok olur...
Tıpkı dünkü “Tırmık” gibi...
Ergenekon soruşturması ve davasında sanıkların gözaltına alınışlarından, polis merkezindeki sorgu sırasında onlara tanınan olanaklardan, kondukları Silivri Cezaevi’ndeki “mapusluk koşulları”na kadar hemen her aşamada gözlediğimiz “Batı Avrupa demokrasi standartları”nı bile aşan uygulamalar üstüne ironik bir yazı döktürmeye niyetlendiydim.
Öyle de başladım. Ama yazı aldı başını gitti. O kadar ki sonunda anılar belleğin derinliklerinden fışkırıp geldi, gözlerim doldu, ekranı seçmekte zorlanır oldum; acısı ciğerimi hâlâ yakan, yokluğunu bir türlü kabullenemediğim “kirvem” Necmettin Büyükkaya’nın soyadını “Karakaya” yapıp ayıp ettiğimin bile farkına varmadım. (Yuf olsun bana !)
Şimdi lafı gevelemeden ve bu yazının da ipini koparıp, başını alıp gitmesine izin vermeden soralım.
Ergenekon davasının gözaltından, sorgusuna, oradan hapishanesine kadar bütün aşamalarında gözlediğimiz, medya sayesinde neredeyse canlı yayında izleyebildiğimiz uygulamalar doğru mudur ?
Evet, doğrudur. Olması gerekendir. Eksikleri varsa -ki var- tez elden onların da giderilmesi gerekir. Hüküm verilene kadar bütün sanıkların masum sayılması evrensel bir hukuk ilkesidir ve ister sanık, ister hükümlü olsun herkese gözaltında, sorguda, tutukluluğunda ve mahkum olduysa hapishanede insan onuruna uygun davranılması bir hukuk devletinin “olmazsa olmazı”dır.
Ama aynı önemde bir başka evrensel hukuk ilkesi daha var:
Anayasasında hukuk devleti olduğu ve demokrasi ile yönetildiği ilan edilen ülkelerde “Bütün yurttaşlar yasalar önünde ve devlet karşısında eşittir”
Birincisini çiğnemek yasal, anayasal ve evrensel hukuk bağlamında nasıl “suç”sa, ikincisinin çiğnenmesi de “suç”tur.
Ergenekon sanıklarının gözaltına alınma süreçlerinde belki kimi kusurlar işlendi ama suç işlenmedi. Ne iyi !.
Ergenekon sanıklarının sorgulanmasında belki kimi kusurlar işlendi ama suç işlenmedi. Ne iyi !
Ergenekon’un tutuklu sanıklarının konduğu Silivri Hapishanesinde suç işlenmiyor. Ne iyi !
Peki ülkenin dört yanına pıtrak gibi yayılmış, yapımları için bir değil on okul parası harcanmış F tipi, E tipi, L tipi diye sürüp giden, alfabenin neredeyse tüm harflerini parsellemiş “öteki” cezaevlerinde yatan “öteki” mahkum ve tutukluların durumundan ne haber ?
Özellikle F tiplerinde çıldırtıcı beyaz duvarlar ötesinde hiç bir şey göremeyen, yaşamın renk alacasında sadece gecenin karası ile günün beyazı arasında sıkıştırılmış “öteki” mahkum ve tutuklular Silivri’deki olanaklara ne kadar sahip ve Silivri’deki koşullardan ne kadar uzak ?
Sistemli bir propaganda saldırısı ile o hapishanelerde eline kan bulaşmış, iflah ve ıslah olmaz terör suçlularının yattığı bize öğretildi. Oysa o hapishanelerde türkü söylediği için, bildiri dağıttığı için, halay çektiği için, slogan haykırdığı için “terör örgütü üyesi” sayılıp gencecik yaşamlarından 10 yıl, 15 yıl çalınan delikanlılar ve genç kızlar da var. Onlar üstlerine örülen aşılmaz suskunluk duvarı, üstlerine serilen unutkanlık örtüsü ile seslerini duyuramadan, acılarını anlatamadan, haklarını savunamadan yatıyorlar.
Onlar Silivri Hapishanesi koşullarının düşünü bile göremiyor, hayalini bile kuramıyorlar.
Ve biz onları unuttuk. Adlarını, yaşam koşullarını ne gazetelerde okuyoruz artık, ne televizyonlarda izliyoruz. Onları unuttuk...
“Bütün yurttaşlar yasalar önünde ve devlet karşısında eşittir” ilkesi onlar için geçerli değil. O hapishaneler Silivri Hapishanesi değil...
Silivri’ye bakıp yanılmayalım...