Biliyor musun, sabah evden çıkarken kötümserdim. “Yedi yıl geçti. Bugün AGOS’un önüne ilk yıllardaki kadar büyük bir kalabalık birikmez. Üstelik hava da pek güzel. Günlük güneşlik. Bir pazar gününün en güzel saatlerinde AGOS’un önüne gelmek için…” diye karman çorman ve karamsar düşüncelerle yürüdüm.
Şaşıracaksın.
Öfkelerini, kederlerini ve ille de inatlarını kuşanmış genç ve yaşlı, kadın ve erkek binlerce, binlerce, binlerce yurttaşın, seni aramızdan çekip aldıkları 15.05’den saatler ve saatler önce AGOS’un önünde toplanmışlardı. Sonra Taksim’de toplanıp AGOS’a yürüyen ana kol geldi.
Alana sığmadık.
Umudum bilendi.
“Biz bitti demeden bu dava bitmez” diye haykıran on binler umudumu biledi…
O büyük kalabalığın içinde her kuşaktan arkadaşlarımız vardı. 68’li ihtiyarlardan tut da bıyıkları terlememiş delikanlılara, ergenlik sivilceli gencecik kızlara kadar…
Haaa, bir de senin görmediğin, kucaklamadığın torunun, damadın Rober’le kızın Delal’in bebekleri de geldi bugün. Senin odaya aldık. Pusetinin içinde dünyayla barışık ve dünyaya alabildiğine merakla bakıyordu.
Minnacık burnuna dokundum. Gülümsedi. İçim ısındı.
Bir de senin için dokundum burnuna. Yine gülümsedi.
Bu defa da ben ağlamaklı oldum…
* * *
Şey…
Yazarken nedense gözlerim sulandı. Nezle, grip salgını var diyorlar herhalde ondandır!..
Yazıyı burada bitireyim.
Sulu gözlü bir şeyler yazmak içimden gelmiyor.
Zaten öyle yazsam senden fırçayı yerim…
İyisi mi…