Fransa'da bir cihatçı, derste düşünce ve basın özgürlüğünü anlatırken Charlie Hebdo dergisinde yayınlanan İslam Peygamberi Muhammed'le ilgili karikatürleri gösteren bir öğretmeni boğazını keserek öldürdü.
Charlie Hebdo'nun "Muhammed" karikatürlerinin pek çoğunun mizah değeri çok düşük. Kaldı ki Kuzey Afrika'daki eski Fransız sömürgelerinden gelen çok sayıda Müslüman'ın yaşadığı bir ülkede bu tür yayınlar en hafif deyimi ile densizlik, o topraklarda yaşayan Müslümanlara da saygısızlık.
Ama bunun cevabını cihatçı cinayet çeteleri Charlie Hebdo dergisinin yayınevini basıp 11 gazeteciyi öldürerek (7 Ocak 2015) verdiler.
Ne oldu?
Fransa'da ve Avrupa'da İslam düşmanlığı kabardıkça kabardı, büyük kentlerin varoşlarında yaşayan kötü eğitimli, çoğu işsiz genç Müslümanlar İslam düşmanlığının hedefi haline getirildiler.
Fransız toplumundaki o yara hâlâ kapanmış değil. Belki kapanmaya yüz tutmuştu ama 16 Ekim'deki öğretmen cinayeti yarayı yeniden deşti. Halklar arasındaki düşmanlık yaratan zehirli tohumlar bir kez daha ortalığa saçıldı. Ekonomik ve siyasal krizlerle bocalayan, Koronovirüs'ün tutsak kıldığı dünyada halklar ve belki de ülkeler arası şiddeti tırmandıracak etkenler yeniden tırmanışa geçti.
Bu durumda siyasetçilerden, hele ülke yönetiminin en tepesindeki siyasetçilerden beklenen nedir?
Cinayetleri açık seçik lanetlemek ama bunu halklar, dinler arası çatışmalara dönüşmesine yol açmayacak barışçıl bir çizgi değil mi?
Değilmiş.
Fransa'daki "Sarı Yelekliler " eylemlerinde eylemcilere karşı tavrıyla zaten demokrasi ve özgürlüklerden ne anladığı test edilmiş Emmanuel Macron'nun "halka sesleniş" konuşmasındaki cümlelerinden dolayı İslam dünyasında kıyamet koptu. Macron'un İslam'a hakaret ettiği, Müslümanlara düşmanlık yaydığı iddiasıyla tepkiler yükseldi.
Macron o konuşmasında cihatçı çetelerin cinayetlerini, can kırımlarını bütün bir İslam dünyasına ve bütün Müslümanlara yayıp "İslam, tüm dünyada kriz içerisinde…" demişti. Bu sözlere ilk tepki AKP Reisi'nden geldi. Üstelik uluslararası ilişkilerde alışık olunmamış bir üslupla: "Macron denilen zatın zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var."
Bu durumda, bu üsluplara bakıp "Al Macron'u vur Erdoğan'a" desem haksızlık mı etmiş olurum?
* * *
Gelişmeler bu kadarla kalmadı. Yoksa "Macron İslam'a kızmış sert söylemiş, Erdoğan Macrona'a kızmış daha sert söylemiş" der geçerdik.
Şimdi bir de karşılıklı mal boykotu çağrıları var.
Fransa'da "Türkiye'den gelen malları almayın" çağrıları yapıldı.
AKP Reisi geri kalır mı? O da önceki gün kükredi:
- … Nasıl ki Fransa'da Türk markalı mal satın alınmayın deniliyorsa ben de buradan milletime sesleniyorum; sakın Fransız markalara asla iltifat etmeyin, bunlardan satın almayın…"
Fransızlar bu boykot çağrısına karşı ne yapacak bilemem. Derdim de değil.
Sorun "Türkiye ne yapacak"ta…
Sahi ne yapacak?
Diyelim Peugeot ya da Citroen ithal edilmeyecek böylece Fransız markası kullanılmayacak.
Ama Renault ne olacak?
Bursa'daki Renault fabrikasının akarbantlarından durmaksızın Fransız malı otomobiller çıkıyor. Kimi şaşkınlar tutup "Onun adı Renualt ama kendisi yerli ve milli" diye cevap vermeye kalkabilirler ama yemezler. Renault bir Fransız markasıdır ve AKP Reis'i açık seçik "Sakın Fransız markalarını kullanmayın" buyurdu. Kaldı ki o fabrikadan çıkan otomobillerde Fransa'dan ithal edilen motorlar çalışıyor. Motorsuz otomobil de galiba henüz icat edilmedi…
* * *
Olan bana oldu.
Tamam Fransız konyaklarına ve Normandiya kıyılarında en iyisi bulunan Calvados'a bayılırım. Hem de çok bayılırım.
Ama AKP yargısı yurtdışına çıkmamı yasakladı, gidip oradaki arkadaşlarımdan üç beş Euro borç bulup birkaç şişe Cognac ve birkaç şişe Calvados alamam.
"Buradan, Türkiye'den al" demezsiniz umarım. Euro olmuş 9.56 (Hoooop. Şu anda 9.63 oldu. Sabaha varmaz 9.70'i geçer).
O kadar parayı nereden bulup o konyaklardan ya da Calvados'tan alabileceğimi bilen var mı?