Aydın Engin

03 Mart 2009

Orada, Silivri’deydim...

Sabahın köründe kalkıp Silivri’nin yolunu tuttum.

Haberciliği gençlere bırakıp “köşe”de ağır ince ahkâm kesmeyi, yorum döktürmeyi kendime yediremedim; sabahın köründe kalkıp Silivri’nin yolunu tuttum.
Yoğurt yemek için Silivri’nin içine girer, çarşısına dalarsınız ama eğer Ergenekon Duruşması izlemek istiyorsanız Silivri’nin açığına, Çantaköy’e yakın, Trakya bozkırının neredeyse göbeğinde bir açıklığa yönelmek zorundasınız.
Benim gibi bir kaç kez (yoksa bir çok kez miydi?) Trakya’nın dondurucu ayazından nasiplenmişseniz, bu koca düzlüğe kurulmuş, neredeyse düzlüğün tamamını kaplamış “Ceza ve İnfaz Kurumu Silivri Yerleşkesi” içinizi daha ilk görüşte üşütür. Hani Trakyalıların “Kar inince, kurt da iner” dedikleri, çevresinde – en azından şimdilik- in cin top oynayan bir yapılar dizisi...
Bakmayın “Ceza ve İnfaz Kurumu Silivri Yerleşkesi” gibi fiyakalı bir ad takılmasına. Bildiğimiz “mapushane” burası. Ama bildiklerimize hiç benzemeyen boyutlarda bir “mapushane”. Boru değil 1 milyon metrekarelik bir alana yayılmış. Biri açık, sekizi L tipi kapalı cezaevi birarada.
Buraya kadardan özet: Umarım işiniz de, eşiniz de, yolunuz da oraya düşmez...
* * *
Sıkı kontrolleri geçip duruşma salonunda gazeteci tayfasına ayrılan yerlerden birine çöktük. Benimle birlikte duruşma izleyen gazetecilerin yaş ortalaması birden yukarı çıktı. Hemen hepsi genç meslektaşlar, elleri harıl harıl ama suratları bezgin ve bıkkın not tutmaktalar.
Önümüzdeki sanık iskemlelerinde günler, haftalar boyu gazete manşetlerinden, TV ekranlarından inmeyen ağır toplar var.
Bir zamanlar, epey eski zamanlar, birlikte yol yürüdüğümüz Doğu Perinçek, Hrant Dink’le birlikte Şişli adliyesinin daracık bir duruşma odasında tükürük, balgam, tükenmez kalem, metal para ve küfür sağanağı altında yargılandığımız duruşmada o saldırılara komutanlık yapan ünlü Kemal Kerinçsiz, Mersin’de kendi kurduğu Kuvayi Milliye Derneği’nin üyelerine "Kutsal Kur'an'ımız, bayrağımız ve silahlarımız üzerine! Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türküm ben...... Türk milletini dünyanın efendisi yapmak uğrunda........ icabında vatan, cumhuriyet ve bayrak uğrunda seve seve canımı feda edeceğime, namus ve şerefim üzerine ant içerim" diye yemin ettiren emekli Albay Fikri Karadağ, elbombası kolleksiyoncusu(?) emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, ülkücü militanlıktan ülkücü mafya babalığına terfi ettiği söylenen Sedat Peker ve çoğunun adlarını neredeyse ezberlediğimiz öteki “Ergenekon sanıkları” önümüzde oturmaktalar.
“Ergenekon” neresinden bakarsanız bakın bir siyasi dava. Cumhuriyet tarihinin 1926 Atatürk’e suikast davası, 1960’ın ünlü Yassıada duruşmaları, 12 Mart ve 12 Eylül’ün bir dizi “örgüt” davaları gibi ve kadar siyasal.
Kiminde sanık, kiminde gazeteci olarak hazır bulunduğum siyasi davalardan birine daha tanıklık etmek üzere Silivri’deydim. Ama kör talih, dün orada Hüseyin Görüm’ün çapraz sorgusu vardı.
Hüseyin Görüm’ü belki Danıyştay Saldırısı’ndan hatırlarsınız. Daha sonra da şu “Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan” diye o tuhaf yemini ettiren mütekait Albay Fikri Karadağ’ın Kuvayi Milliye Derneğinde Başkan Yardımcısı olduğu ortaya çıkan Hüseyin Görüm.
Duruşmada on saniye izleseniz “Vah, Kuvayi Milliye kimlere kalmış” dersiniz. Adam alenen deli ya da deliyi oynuyor. Somut bir soruya, dakikalar boyunca saçma sapan ayrıntıları da içeren bir cevap veriyor ve sonunda farkediyorsunuz ki sorulara cevap mevap vermemiş oluyor. Adı sanı, soyadı, yaptığı iş, nereli olduğu, anasının babasının kim olduğu ayrıntıları dahil tanımadığı “kuvayi milliye bulaşığı” yok. Öğleye kadar izlediğim duruşmada en az 150 kişiden söz etti. Ancak dikkatli, çok dikkatli dinlerseniz araba alım satımından, zorda kalmış fabrikalara el koyma operasyonlarına, kara para aklamaktan mazot kaçakçılığına kadar her boyaya bulaşmış biri olduğunu seziyorsunuz. Keza deli saçması gibi görünen ya da deli rolüne bulandırdığı ifadesinde emekli Albay Fikri Karadağ’ı, emekli Yüzbaşı Muzvaffer Tekin’i ve Danıştay saldırganı Alparslan Aslan’ı dikkatle koruyup kolladığını, onları töhmet altına sokabilecek soruları ustaca geçiştirdiğini gözleyebiliyorsunuz.
Ama yine de ciddi bir siyasi dava için berbat bir sanıktı. Öğleye kadar ancak sabredebildim.
Bu defalık aktarmaya değecek çok az olaya, bilgiye tanık olunabilen bir Ergenekon Duruyşması’ydı.
“Bu ilkti” diyelim ve gelecek günlerde yolumuzun Silivri bozkırına sık sık düşeceğini söyleyip bugünkü Tırmık’ı noktalayalım...