Bana kalsa bu hafta bütün Tırmık’larda O’nu yazardım.
O dediğim Hrant Dink. O’nu ölüme götüren sürecin kanlı taşlarını bir bir ve bilinçle döşeyenleri bir kez daha ele güne göstermek isterdim. O’nu bir pusu ile (“Pusu” kalleşlerin yöntemidir) aramızdan çekip alanları kimlerin nasıl ve neden “azmettirdiğini” bir kez daha sergilemeye çalışırdım. O cinayetin ardından oynanan idari ve hukuku “müsamereyi” adım adım ve bir kez daha gözler önüne sermeye çalışırdım. Bu yıl, cinayetin 6. yılında “Hrant’ın Arkadaşları”nın düzenlediği haftadan gün be gün örnekler vermek isterdim.
…Ve o günün, 19 Ocak’ın arifesinde “İstanbul’da yaşayıp da yarın en geç saat 13.30’da Şişli meydanında olmayan, sonra Agos’a doğru sessiz çığlıklarla akan insan sellerinin içinde saf tutmayan, 15.00’de orada O’nu anmayan…” diye başlayan, kimilerinin çok kızacağı, kimilerinin ise -belki de- kaba bulacağı cümleler kurmak, paragraflar sıralamak isterdim…
Gel gör ki ondan önce, büyük olasılıkla 17 Ocak Perşembe günü Diyarbakır’da bir başka anma var. O, sağ olsaydı ve Agos’u yine O çıkarıyor olsaydı, O da benim gibi yapar, Hrant Dink anması yazılarını erteler ve gözlerini de, satırlarını da Diyarbakır’a yöneltirdi.
Ben de öyle yapacağım.
* * *
Paris’te üç Kürt kadın öldürüldü. Cinayet üstüne bilgilerimiz çok sınırlı. Hatta yok. Buna rağmen kimi kıdemli meslektaşlar “Dedektifçilik oyunu”na kendilerini kaptırdılar. Yetmedi, meraklılar komplo teorilerinin birini bitirip ötekine geçiyorlar.
Oysa kimseninin doğru dürüst bilgisi yok. Her olasılığa açık bir cinayet olduğu besbelli.
Bu aşamada söylenecek tek söz “Bu cinayet olası bir barışçıl çözümün önünü kesmek için atılmış ve arkasının gelmesi de çok mümkün bir adımdır”.
Bu kadar.
Bu kadar olduğu için de bize düşen “Kim öldürmüş, neden öldürmüş, nasıl öldürmüş” sorularını bir yana bırakıp “Bu cinayet ve arkası gelirse yenilerinin barışçıl çözümü engellemesini nasıl engelleriz” sorusuna odaklanmak ve cevap bulmak olsa gerek.
* * *
Barışçıl çözümü engellemek sadece Paris’te ya da bir yerlerde cinayet işlemek olmayabilir de.
Soruna bir çözüm bulunacaksa bunu sağlayacak, sağlamazsa barışçıl çözümün ruhuna fatiha okumaktan başka sonuç vermeyecek olan taraflar belli: Devlet ve Kürt siyasal hareketi.
Devlet derken elbette öncelikle Hükümet’i, şu başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu Hükümeti kastediyorum. Ama devlet onlardan ibaret değil. Üniformalı ve üniformasız bürokrasi var. Valileri, kaymakamları, bütün dal ve kollarıyla MİT’i, askeri, polisi ve yargıyı kastediyorum.
Atılan, atılacak her adımı ince ince, ihtiyatla ölçüp biçen, o adım atıldığında barışçıl çözüme bir adım daha yaklaşıldığını görünce yeni bir adım için kolları sıvayan, taraflar arasındaki güveni sarsmayacak bir dil tutturup, tutum izleyecek bir Devlet aygıtından söz edebilir miyiz?
Soruya “Evet” diyenlere “Evet’inizi geri almayın ama yoğurt üflemeye de zinhar ara vermeyin”uyarısı yapmak isterim…
Peki Kürt siyasi hareketi aynı tutumu izleyecek mi ?
Şu ana kadar yapılan açıklamalar bu konuda umut beslememize elveriyor. ilk günlerdeki birkaç özensiz demeç ve Tayyip Erdoğan’ın nobran diline cevap yetiştirme yanlışlığı aşılmış gibi.
Perşembe bu sürecin ilk sınavlarından biri olacak.
O gün seçtiği siyasal mücadele yöntemi bana ve benim gibi düşünenlere ters bile olsa, Diyarbakır zindanında başının gölgesini önüne düşürmemiş bir kadın ve Batı Avrupa refah toplumunun nimetlerinden alabildiğine yararlanabilecek donanımdayken halkının mücadelesinini bir ucundan tutmuş iki genç Kürt kadın uğurlanacak.
17 Ocak Perşembe günü Kürtler Diyarbakırda üç çocuğunu uğurlayacak.
* * *
Dileğimdir:
Kürt siyasi önderleri öfkeli ve keskin gençlerine sahip çıksın. Diyarbakır polisi de biber gazı tüplerini karakola bırakıp öyle gelsin.
Yastır. Yeni yaslara ebelik etmesin…
Ve 19 Ocak…
Yastan da ötedir. “Hrant için"dir, "Adalet için”dir.
Türkü, Kürdü, Ermenisi, Rumu, Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi, dindarı, dinsizi, orada, Agos’un önünde olsun…