Aydın Engin

10 Aralık 2012

Ombudsman Bıktırdı…

Sizi bilmem, ama ben bıktım. Görevi devlete karşı yurttaşların haklarını korumak olan ombudsmanlık koltuğuna...

 

Sizi bilmem, ama ben bıktım. Görevi  devlete karşı yurttaşların haklarını korumak olan ombudsmanlık koltuğuna AKP milletvekillerinin oylarıyla, oturan zat sahiden bıktırdı.

Adaylığından bu yana onun bir “hukukçu” olarak, bir “devlet” adamı olarak marifetleri, zihniyeti, söyledikleri üstüne yazılmadık, söylenmedik pek bir şey kalmadı. Ben de onun hakkında bir yazı yazacağımı sanmıyordum. Söylenecek söylenmiş, yazılacak yazılmıştı.

Gel gör ki “ombudsman”ımız Nihat Ömeroğlu konuşuyor; durmadan konuşuyor. Bana sorarsanız konuştukça batıyor. Ama sanki sürekli gündemde kalmak, sürekli kendisinden söz edilmesini sağlamak istiyor ve… Ve konuşuyor.

Sussa ve “Acaba ombudsmanlığa benim seçilmemden dolayı ileri sürülen itirazları nasıl boşa çıkarır, nasıl ‘Yav adama haksızlık etmişiz’ dedirtirim” üstüne kafa yorsa…

I-ıh… Konuşuyor. Ha bre konuşuyor

En son Habertürk gazetesinden Yasemin Güneri’ye konuştu. O söyleşiden birkaç alıntı:

“Yasa 2008 yılında değişti. O dönemde yasa neyi gerektiriyorsa ona göre karar verdik. Bu kararın ısrarla doğru olduğunu da iddia etmiyorum. Ancak yasa bunu gerektiriyordu...”

Bir küçük taşra kasabasına atanmış acemi bir ceza yargıcı belki karar verirken “Ben en iyisi yasanın lafzından (ruhundan değil sözlerinden) ayrılmayayım. Yargıtaydan dönmesin. Sicilime işlenmesin” gibi bir eğilime kendini kaptırabilir. Tutumu doğru değildir ama acemiliğini göz önüne alıp onu anlayabiliriz.

Peki ya bu kararı veren yaşını başını almış, kıdemli,  yargıtaya üye olacak kadar deney ve bilgi biriktirmiş bir yüksek yargıç ise?

Konuşkan “ombudsman”ımızın karar verirken dayandığı 2008 öncesi yasa başlıbaşına bir hukuk ayıbı idi.

Peki, tamam…

O yasaya rağmen, Hrant Dink’in 8 hafta süren yazı dizisinden tek bir cümleyi cımbızlayarak karar vermeyi nasıl açıklayacaksınız?

Dahası. Diyelim cımbızlanmış. O cımbızlanmış cümleden “Türklüğe hakaret edildi”sonucunu nasıl çıkarabilirsiniz?

Hrant, Türklere değil Ermenilere sesleniyordu ve “Şu bitip tükenmek bilmeyen Türk düşmanlığı sizin aklınızı, kanınızı zehirliyor. Sizi hasta ediyor. Kurtulmanız için o zehirli kanı boşaltmanız gerek. Akıl ve ruh sağlığına kavuşmak için yüzünüzü anayurda, Ermenistan’a dönün” öğüdünü veriyordu. Bu sözlere en çok da Ermeni milliyetçileri kızıyor, Hrant’ı lanetliyordu.

O cümleden özetlediğim anlamı çıkarmak için ilkokul son sınıf Türkçe bilgisi yeter de artardı. Liselerde okutulan Türkçede sözdizimi (=Sentaks) ve cümle çözümlemesi (=analizi) gibi derslere bile gerek yoktu.

(Minik bir anı: Yargıtayın o kararından sonra, o günlerde yazdığım Agos’ta “Mesleği bırakıyorum. Bundan sonra Yargıtay üyeleri ve yüksek yargıçlar için Türkçe dersleri verecek, onlara Türkçe sözdizimi ve cümle çözümlemesini öğreteciğim” diyen ironik bir Tırmık yazdım. Hrant, “Abi şimdi sana da Türklüğe hakaretten dava açarlar” dedi. Haklı çıktı. Kerinçsizgillerin ihbarı üstüne dava açıldı. Hrant’la birlikte yargılandık)

Devam edelim.

“Ombudsman”ımız konuşuyor:

 “…Ceza Genel Kurulu’nda görüştüğümüz dosyada Hrant Dink Türkiye’deki Ermeni çocuklarının Ermenistan’da eğitim görmesi gerektiğini söylüyordu. Türkiye’de gerekli eğitim yok mu diye düşünmüştük... “

Düşünmüşler.

İyi.

İyi de acaba nasıl bir sonuca varmışlar?

Mesela her sabah bu ülkenin yurttaşı Ermeni, Rum, Yahudi çocukmarına da “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye başlayan o “Kemalist duanın” söyletildiğini düşünüp ülkenin eğitim sistemini sorgulamışlar mıdır?

Acaba yüksek yargıçlar biri (burada Hrant Dink) hakkında karar verirken onun eğitim sistemi üstüne yazdıklarına bakıp mı karar üretiyorlar?

Haydi bunu da geçelim.

Ama “Ombudsman”ımız ha bre konuşuyor:

“…Ahmet, Mehmet de olabilir, Hrant da olabilir, Fırat da olabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği kimliğe göre adı Fırat’tı. İnfaz yapılacak olsaydı, bir mahkeme ilamına göre yapılacak olsaydı resmi kimliğine göre Fırat Dink olarak yapılacaktı. Biz, müstear isim kullandığını biliyoruz. Kimsenin milliyetine göre yargılama yapılmadığını söyleyebilirim.”

Ama aday gösterildiği sırada farklı konuşmuştu. “Hrant olduğunu bile bilmem. Dosyanın kapağında Fırat” yazıyordu buyurmuştu. O sözler gazete sayfalarında, ve gazetecilerin ses kayıt aygıtlarında hâlâ duruyor.

Acaba söylediklerinden hangisi doğru?

Dedim a, “ombudsman”ımız ha bre konuşuyor:

Yargıtay kararının Hrant’ın ölümüne gien yolu açtığını söyleyenlere cevap veriyor:

“…Bununla ilgisi yok. 2006 yılı ocak ayında Trabzon Emniyeti, İstanbul Emniyeti’ne yazı yazarak ihbarda bulunuyor. Bizim karar ise Temmuz 2006’da çıktı. Yargısız infaz yapıyorlar…”

Irkçı-milliyetçi güçlerin 1915’i örtmek için, sesi gür çıkan bir Ermeniyi, Hrant Dink’i hedef seçtikleri herkesin bildiği bir sır. Üstelik ombudsman’ın “Ocak 2006 – Temmuz 2006” kanıtlarından (kanıt?) çok önce başlayan bir süreçten, örneğin Ülkü Ocaklarının Agos önünde toplaşıp “Bir gece ansızın gelebiliriz”  türküsünü (türkü?) çığırdıkları günden beri bilinen bir sır.

Ama Yargıtay üyeliği yapacak kadar yükselmiş bir yargıç yanlış anlaşılması imkansız olan ve bunu apaçık yazan kapı gibi bilirkişi raporu önlerinde dururken “Hayır, bu Hrant Dink Türklüğe hakaret etmiştir” diye fetva verdikleri zaman memleketin bir yerlerinden bir Ogün Samast bulunup, eline silah tutuşturulup “Git ve öldür” deneceğini kestiremez mi?

Kestiremezse ona ne denir ve ne yapılır?

Ona ne deneceğini onlarca gazeteci yazıp çizerek anlattı.

Ona  ne yapılacağını ise AKP iktidarı cevapladı:

Ombudsman yaptı.