Kürt açılımı üstüne yazı okumaktan, yorum dinlemekten size gına geldi mi?
Haklısınız. Ama yine de gına filan gelmesin. Eğer bu sorunu barışçıl ve uygar yöntemlerle çözemezsek ülkenin dikişleri patlayacak...
“Türk üst kimliktir, bu devletin yurttaşları etnik kimliği ne olursa olsun Türktür” mavalları artık çuvala sığmıyor. Her sabah “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” diye bir ağızdan “and içmeye” zorlanan çocuklar bile “and”ın her sözcüğünü sorgular oldu:
Eğer bu açılımın önü kesilecekse kesebilecek tek güç var: Ordu !..
Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünden öcü gibi korkanlar umutlarını orduya bağlamış durumdalar. Bakmayın siz CHP – MHP milliyetçi koalisyonunun elebaşılarının yağıp gürlemelerine, onların siyasal güçleri açılım sürecini durdurmaya yetmez. Ama ordu, demokrasisi yine askıya alınmış bir Türkiye’yi göze alırsa durdurabilir...
Peki durduracak mı ?
Eğer Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos dolayısıyla verdiği demeç tek başına ele alınırsa: Belki!..
Ama sanki olguların dili soruya başka bir yanıt veriyor (gibi).
Birlikte bakalım mı?
Ağustosun ikinci yarısında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. Toplantıdan sonra, kararları oybirliği ile alınan MGK’nın kısa açıklaması geldi.
Aynen şöyle:
“Türkiye'nin güvenliğini yakından ilgilendiren önemli iç ve dış gelişmeler gözden geçirilmiştir. Kurulun önceki toplantılarında yapılan değerlendirmelerin de ışığında; devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığı eş güdümünde yapılan çalışmalar hakkında Kurul'a bilgi sunulmuş ve çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir.”
Bu kısa ve yalın paragrafın anlamı ne?
Bugünlerde “İçişleri Bakanlığı eş güdümünde yapılan” tek çalışma var: Kürt açılımı...
Bu toplantıdan birkaç gün sonra Genelkurmay Başkanı Başbuğ 30 Ağustos dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Açık ya da gizli, az ya da çok “Kürt sorunu”nda çözümsüzlükten yana olanlar adeta bayram etti. Başbuğ’un sözlerinin MGK bildirisini geçersiz kıldığı yorumları üstümüze yağdı.
Öyle miydi gerçekten?
Örneğin Başbuğ “ Türk Silahlı Kuvvetleri ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez” demişti.
Peki ne diyebilirdi? “Bazı koşullarda zarar vermesi kabul edilebilir” filan mı diyecekti?
”TSK terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz” demişti.
Peki ne diyebilirdi ? “Kandil ve İmralı ile görüşmelerde bulunacağız” mı diyecekti?
”TSK usul ve yöntem esası belirler noktasından hareketle takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır” demişti.
Peki ne diyebilirdi? “Özensiz davranılsa da olur” filan mı ?
Başbuğ için her şey söylenebilir, ama sözlerini tartıp biçip söylediği, kullandığı kelimeleri inceden inceye seçtiği inkâr edilemez. Onun 30 Ağustos mesajında “bekledikleri anlamları” çıkarmaya çalışanlar (mesela CHP sözcüleri) “olgulara” değil, “olmasını istediklerine” bakıyorlar.
Geçelim.
Başbuğ’un bu mesajının hemen ardından bu kez de “Terör Zirvesi” toplandı. Bu toplantıya Ordunun üst kademesi alışılmıştan daha kalabalık katıldı. Zirveden sonra askerden bir açıklama gelmedi. Ama hükümet kanadı “Toplantıda tam bir görüş birliği sağlanmıştır” dedi ve bu reddedilmedi...
* * *
Daha az önemli ve fakat yine de anlamlı birkaç “olgu” daha sayabilirim. Ama yukarıda sayageldiklerim yeterli. Kürt açılınını ve sorunun demokratik çözümünü düşündükçe uykuları kaçanlara anlaşılan rahat bir uyku haram.
Kürt açılımı besbelli ki bir hükümet projesi değil, bir “devlet projesi” ve bu projede yaptırım gücü olan kesimler (Hükümet, TSK, MİT) mutabık...
“Olgular” bunu söylemekte.
Besbelli ki Kürt açılımında kamuoyu önünde söylenenlerden çok daha derini ve belirleyicisi kapalı kapılar ardında yürüyor...