“Muhafazakâr”’ın arı dildeki karşılığı “Tutucu”. Ama tam karşıladığı söylenemez. Osmanlıca dediğimiz yer yer yapay, yer yer yaratıcı dilde Arapçanın “muhafaza”sı ile, Farsçanın “kâr” eki buluşturulup batı dillerindeki “Konservatif” kavramına karşılık düşürülmüş.
Tıpkı batı dillerindeki gibi iki anlamda kullanılıyor:
Birincisi: Milli manevi değerlere, adet ve geleneklere bağlı olan, onları yaşatmak, sürdürmek, korumak isteyen.
İkincisi: Yeniliklere –onlar olumlu ve yararlı bile olsa- ayak uyduramayan, var olan düzenin, düşünce ve kurumların olduğu gibi kalmasını isteyen, tutucu, gerici...
AKP, kuruluşunu izleyen yıllarda kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamaya çalıştı. Bu çabada “dinci parti” damgasından kurtulmak gibi pragmatik (=faydacı) bir hesap da vardı.
Bu amaçla üç gün süren bir konferans bile topladı. O konferansı üç gün boyunca aralıksız izlemiş az sayıdaki (yoksa tek miydim?) gazeteciden biriyim. AKP’ye ideolojik bir derinlik (isterseniz “kılıf” diye de okuyabilirsiniz) kazandırmak için kolları sıvamış mütedeyyin akademisyenlerin yürekler acısı bildirilerini dinlemiş; ABD’den destek olarak getirtilmiş, muhafazakârlıktan da, demokratlıktan da epey uzak bir yaşlı profesörün yavelerine tahammül etmiş; üç günün sonunda, o zamanlar çalıştığım Cumhuriyet’te “AKP kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımlamak istedi ama üç gün çabalamasına rağmen ‘mufazakâr demokratlık’ı bir türlü tanımlayamadı” diye yazmıştım.
O konferanstan belleğimde yer eden ve ciddiye alınması (Bence alkışlanması) gereken tek bildiriyi yazar kimliğiyle değil, sosyolog kimliği ile konuşan Ali Bayramoğlu arkadaşım sunmuş, salondaki AKP’lilerin gözünün içene baka baka “Kadın bedeni ile sorunlarınızı, takıntılarınızı aşamadıkça ne demokrat olabilirsiniz, ne muhafazakâr” demişti.
Salondaki sessizliği, suskunluğu hâlâ hatırlıyorum.
* * *
Üstüste kazanılan seçim zaferleri AKP’de “muhafazakâr demokrat” gibi yeni bir kimlik tanımlamasına ihtiyaç bırakmadı.
Neyse o kaldı.
İyi de etti.
Üstünde eğreti duracak bir muhafazakârlık gömleği giyse inandırıcı olamayacak, dahası durduk yerde sırtına ek bir yük alacaktı.
Öyle ya “Ben muhafazakârım diyene, “Peki neyi muhafaza ediyorsun ve muhafaza ettiğin ne” diye sorarlar. O da cevaplamak, muhafazakârlığını kanıtlamak zorunda kalır.
AKP’nin ve AKP adına “tek seçici, tek konuşucu, tek düşünücü” rol ve görevini üstlenmiş olan Recep Tayyip Erdoğan neyi muhafaza ediyor ?
İslamın etkisiyle daha da katmerlenip zalimleşmiş erkek egemen toplumun değerlerini...
O değerler ki kadın bedeni üstüne kararları erkeklerin verdiği ve kadınların veremediği bir değerler (değerler?) zinciridir. AKP ve hele hele lideri bunu muhafaza etmeye kararlı hatta yeminli...
Başka?
Kökleri Asya despotik devlet geleneğinde yatan “Özgür düşünme ve sorgulama yerine boyun eğme”yi öngören toplumsal alışkanlıkları muhafaza etmek...
* * *
Muhafazakârlığı böyle kavrar ve böyle tanımlarsanız ortaya çıkan da ister istemez Tayip Erdoğan’ın son günlerde iyiden iyiye öne çıkan görüşleri oluyor:
- Kürtaj cinayettir... Sezaryen kötüdür... Üç çocuk iyidir... Beş çocuk daha iyidir... Benim taktığım tasmayı taşıyan gazeteci iyidir... Tasmasını ben takmadıysam kötüdür... Tasma takmayan özgür gazeteci ise zaten olamaz...
Yazının başında muhafazakârlık kavramının iki ve farklı içeriği olduğunu yazdım.
Birinci tanımlama belli ölçülerde saygınlık taşıyabilir.
Peki ikincisi?
Yani: Yeniliklere –onlar olumlu ve yararlı bile olsa- ayak uyduramayan, var olan düzenin, düşünce ve kurumların olduğu gibi kalmasını isteyen, tutucu, gerici...
Tayyip Erdoğan’ın her mikrofonu kaptığında bir yönünü dillendirdiği muhafazakârlığın tanımı işte budur.