Aydın Engin

24 Ekim 2012

Marmara’yı Sel Aldı

Hepinizin TV’lerden, olmadı gazetelerden çok daha ayrıntılı izleyip öğrenebileceğiniz bu sel felaketini uzun uzun niye anlattım?

 

İki gün ve gece (Pazar ve Pazartesi) gök delindi.  Geceler boyunca aralıksız (evet aralıksız) çakan şimşekler gökyüzünü ve Ada’yı adeta gündüz gibi aydınlattı. Gündoğusu-poyrazdan sert esen rüzgar sustu ve yerini ürkütücü bir sağanağa bıraktı. Sağanak dediğin yağar geçer, diyenler yanıldı. Yağdı ve geçmedi. Günlerdir “Vakittir, bir yağmur inse, zeytinler su içse” diye umutla gökyüzüne bakan Marmaralılar yamaçlardan  köpürerek inen, inerken kayaları birlikte sürükleyen, (kuru) dere yataklarından kıyılara serpiştirilmiş köylere saldıran seller karşısında çaresiz kaldılar.

Salı sabahının bilançosu ürkütücü oldu:

Marmara Adası’nın altı köyünün birbiriyle bağlantısı hemen hemen kesik. Ürkütücü çökmeler, dağdan inen iri (bazıları çok iri) kaya parçalarının, molozların ve mil denen balçığın tıkadığı yollar geçit vermiyor. Karşıdaki komşu ada Avşa’da  sele kapılıp ölen bile olmuş.

Su yok, telefon yok, cep telefonu bir gidiyor bir geliyor. Elektrik öğleden sonra geldi, her an gidecek gibi.

Marmara merkez köyünün sokakları, evlerin alt katları balçığa gömülmüş durumda. Ada’nın dağlardan köylere su getiren  boruları tümüyle kırılmış, parçalanmış, sulara kapılıp sürüklenmiş. Çeşmelerden suyun akması galiba ve en iyimser tahminle birkaç haftayı bulacak…

Bütün bu yazdıklarımı –ve yazamadıklarımı- gelen telefonlardan anladığım kadarıyla sizler bizden iyi izlemişsiniz. Facebook’ta bile yeterli bilgi var(mış). Bizim bilgiler dar bir bölgede göz tanıklığı, geri kalanı kulaktan kulağa söylentilerden ibaret.

Sonuç: Marmara’yı sel aldı.

Yağmurun dinmesinden (yeniden başlamazsa tabii) bu yazınının yazıldığı akşam saatlerine kadar devletin güçlü eli Marmara’da henüz bir marifet göstermedi, Vali helikopterle gelip durum tesbiti yapmış ama, durum o kadar ortada ki “tesbit” yerine acil yardım gerekiyor.

Birkaç gün önce 70. yaşdönümünü kutladığım doğma büyüme Marmaralı bir arkadaşım balçığa kesmiş dükkanının önünde mırıldanıyordu: “Yetmiş yaşındayım, yetmiş yıldır Marmara’da böyle bir felaket görmedim…”

*    *    *

Hepinizin TV’lerden, olmadı gazetelerden çok daha ayrıntılı izleyip öğrenebileceğiniz bu sel felaketini uzun uzun niye anlattım?

Sabahtan beri üstümden atamadığım bir suçluluk duygusundan…

Pazartesi gecesi aralıksız çakan şimşekler, yağmura ve şimşeklere karışan yıldırım gümbürtüleri adanın üstüne inerken köyün epey dışındaki evimin terasına oturdum. Kocaman bir tas kahve ve iki parmak konyakla önümde uzanan harikulade ve bir o kadar da ürkütücü “doğa olayı”nı seyre daldım.  Sisin, pusun değil sicime dönüşmüş yağmur damlalarının görünmez kıldığıkomşu adalara, Avşa’ya, Ekinlik’e, Paşalimanı’na; üstüne art arda yıldırımlar inen Manyas, Karabiga kıyılarına dalıp gittim ve… Ve evet bu eşi az bulunur “doğa olayı”nın tadını çıkardım.

Ben “doğa olayı” romantizmini doyasıya yaşarken Marmara köylerinde insanlar mal değil can derdine düşmüşler. Evin arkasında yükselen dağlardan inen seller arabaları, evleri, ağılları, köylerin sokaklarını tahrip ederken ben…

Neyse…

Yazlıkçıdan çok fazla, ama yerli Marmaralılar'dan az yaşadığım (Nisan-Ekim) Ada’yı bu sabah geride bırakıp İstanbul’a, kürkçü dükkanına döneceğim.

Peki bir yere dönemeyecek olan, yoksul Marmara köylerindekiler ne yapacak?

Tamam elimden bir şey gelmez; tamam felaketin sorumlusu ben değilim ama yine de terasta “doğa olayı”nın tadını çıkarmışlığım ve bu gün “tüyüyor” oluşum, üstümden ve içimden atamadığım bir suçluluk duygusu ile beni kemiriyor.

Bu yazı da sanki Marmaralı arkadaşlarıma  dönüp “Yav kusura bakmayın, sizi böyle bırakıp gidiyorum” gibi bir özür dileme yazısından ibaret.

“Tamam anladık da bunun neresi yazı; niye anlattın buları bize” demezsiniz umarım.

Zaten Ada’nın halini görseydiniz demezdiniz…