Dünya kaynıyor. Güzel, çok, ama çok çok güzel kaynıyor…
Şili, Hong Kong, Irak, Lübnan, Şili, Mısır, Bolivya, İspanya, Kazakistan, Cezayir…
İnsanlar sokaklarda. Kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla türküler çığırarak, dans ederek, sloganlarla kükreyerek, umutlar köpürterek sokaklarda, meydanlarda…
Fransa'da Sarı Yelekliler ayaktaydı. Artık durdular. Ama birkaç ay öncesinde meydanlardaydılar ve küresel finansın prenslerinden Macron’nun iktidarını salladılar.
Rusya'da kitleler yerel seçimlerden sonra güçlü Putin’e rağmen ve güçlü Putin’e karşı sokaklara çıktılar.
Sudan'da AKP iktidarının birinci sınıf devlet protokolü ile karşılayıp bağrına bastığı yolsuz, hırsız, kirli ve kanlı diktatör Ömer El Beşir'i alanlarda toplanan ve diktatörden gelen onca tehdide rağmen geri adım atmayan Sudanlı kadın ve erkekler devirdi. Ömer el Beşir şimdi bir hapishane hücresinde volta atıyor. Onu deviren kadın ve erkekler ise iktidarı devralan orduya “Gözümüz üstünüzde. Ya istediklerimizi yapar, iktidarı sivil bir hükümete devredersiniz ya da biz yine sokaklarda, meydanlarda olacağız” deyip bir mola verdiler.
Hong Kong’da Çin Komünist Partisi yönetiminde vahşi kapitalizmin daniskasını uygulayan “proletarya diktatörlüğüne”ne karşı kitleler ayakta. Çin yönetimi aşağıdan aldı, işe yaramadı; sertleşti, yine işe yaramadı.
Küçücük Greta Thunberg’in ateşlediği kitleler geçtiğimiz haftalarda tanık olunmuş en yaygın kitle hareketleriyle alanlara doldular. Cuma günü okulu kıran kızlara ve oğlanlara anneler, babalar, nineler, dedeler eklemlendi. “İklimi değil, sistemi değiştir” yedi iklim dört bucakta kitlelerin ortak sloganı oldu.
Kitleler, (Evet kitleler. Sözcüğün tam anlamıyla kitleler) devlet aygıtının dizginlerine yapışmış, ülkelerinin tepesine karabasan gibi çökmüş iktidarlara karşı çıkıyor; yaralanıyor, coplanıyor, ölüyor ama vazgeçmiyor.
Şu devrimli dünyada yine bir devrin eşiğindeyiz. Birbirinden kopuk, birinden farklı taleplerle ama sanki bir merkezden yönetiliyormuşcasına hemen her yerde (Türkiye hariç, umarım şimdilik hariç) kitleler sokağa çıktı, alanları doldurdu, dolduruyor, görünen o ki dolduracak…
Ortak özelliğe bir not daha düşelim. Eylemler barışçıl, şiddetten arınmış kitle eylemleri. Şiddete başvuran, yaralayan, döven, kıran, öldüren ise iktidarı yitirmek istemeyen despotların devleti…
Şarkılar, türküler, danslar silah oldu. Adaletsizliğin, hırsızlığın, yolsuzluğun ve özgürlük düşmanlığının doruklarında dolanan iktidarları sallıyor, sarsıyor…
Şili’de, Başkent Santiago’da, balkonlardan Victor Jara’nin şarkıları yükseliyor. Billur sesli bir kadın onun Deja la vida volar (Bırak uçsun yaşam) şarkısını seslendiriyor. Yaşam sevinci kanatlanmış uçuyor.
Lübnan’da koca bir alanı dolduran Müslüman ve Hristiyan ve Dürzi ve Ezidi ve Maruni kadınlar ve erkekler kol kola, omuz omuza bir şarkı söylüyorlar. Beethoven’in 9. Senfonisindeki o çok bildik şarkıyı. Lübnanlı kadınlar ve erkekler 9. Senfoninin o şarkısını Arapça söylüyorlar.
Ve rivayet olunur ki şarkıdaki “Sevinç, neşe” sözcüğünü kafiyeyi bozmadan “Özgürlük” diye değiştirip söylüyorlar.
* * *
“Eeee, Aydın Engin, bu kadar laf, bu kadar satır, paragraf… Ne demek istedin yani sen“ diye soran olursa cevap kısa:
Hiiiiiç… Keyifliyim, yaşlı yüreğim 58 yıl önce TİP’in kapısından girdiğim sıradaki gibi kıpır kıpır… Bu sevinci sizlerle paylaşmak istedim…
O kadar…