Aydın Engin

08 Ekim 2010

Kılıçdaroğlu, Atlar ve Araba

CHP‘nin başına geçeli dört buçuk ay oldu. Artıları var. Eksileri de. O yüzden hâlâ tartışılıyor...

CHP‘nin başına geçeli dört buçuk ay oldu. Artıları var. Eksileri de. O yüzden hâlâ tartışılıyor. Hâlâ CHP’nin başında kalıcı ve CHP’yi Baykal çizgisinden dönüştürebilecek bir “önder” mi, yoksa Baykal’ı tasfiye eden ekibin geçici bir çözümü mü soruları sona ermedi.
Bu sorular yersiz de değil, yanlış da değil. 
Kemal Kılıçdaroğlu başarılı bir bürokratlık döneminin ardından CHP saflarında siyasete başladı. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adaylığına, ardından CHP Grup Başkan Vekilliğine getirildiğine bakılırsa Baykal ekibi içinde yer almayı seçti.
CHP Genel Başkanlığına kadar geçen bu dönemde onun Baykal’ın CHP’yi taşıdığı milliyetçi-tutucu çizgiye bir itirazına tanık olunmadı. Dahası genel af gibi, Dersim cankırımı gibi olaylar üstüne attığı ileri (evet, ileri) adımları direnmeden geri alması hâlâ belleklerde.  CHP Genel Başkanlığına da Baykal (daha önemlisi onun çizgisine) baş kaldırarak gelmedi. 
Bunlar onun ilk ağızda altı çizilmesi gereken eksileri.
Ama gerek İstanbul  Belediye başkanlığı seçimindeki, gerekse referandum sürecindeki çalışkanlığı; Baykal’ın seçkincilik (=elitizm) olarak tanımlanması gereken  seçmen tabanından daha farklı bir kitleye yönelme çabaları; dürüstlüğü (Evet, dürüstlüğü. Bir siyasetçi için bunun bir nitelik olarak sayılması tuhaf ama Türkiye’deyiz o yüzden bu bir erdem sayılmalı); hele son dönemde çatık kaşlı, siyaseti rakipleriyle sürekli ve sadece kavga etme düzeyine (ya da düzeysizliğine)  indirgeyen tutumlardan uzak kalma çabaları gözden kaçırılamaz.
Bunlar da onun ilk ağızda altı çizilmesi gereken artıları.

Kemal Kılıçdaroğlu artıları ve eksileri ile bugün Türkiyle siyasetinin önemli bir ögesi. 
AKP’nin köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya gitgide alıştığı, dini referanslarla gelip serbest piyasa tanrısını tercih ettiği ekonomik modelde yürüyeceğinin belli oluşu ve özellikle Erdoğan’da belirginleşen ve çağdaş dekmokrasilerde bir sapma olarak nitelenenen “Halk bizi seçti, seçiyor; öyleyse istediğimizi yaparız” diye özetlenebilecek hoyratlığı kırılmalı, dizginlenmelidir.
Bu noktada sosyalist solun görünür bir gelecekte iktidar, hatta etkili bir parlamenter güç olabilme şansı taşımaması gözönüne alındığında Kılıçdaroğlu önem kazanıyor.
Gel gör ki Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçildiği günlerde estiği gözlenen rüzgar kısa sürede dindi. Bugünün koşullarında CHP’nin bırakınız iktidar olması, AKP’yi dizginleyebilecek bir güç olması bile zor.
Tamam, Kılıçdaroğlu içtenlikle çabalıyor. Partinin “tek çalışkanı” olarak yetişebildiği her yerde seçmenleri etkilemeye çabalıyor.Ancak eğer gözlemlerim beni yanıltmıyorsa bu çabaların meyve verdiğini söylemek mümkün değil.
Niye?
Bence Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarını, demeçlerini, sorulara verdiği cevapları  topluca gözden geçirince bir tuhaflık, bir aksaklık sezmemek mümkün değil gibi.
Ne söylenirse ya da ne söylerse, hangi ülke sorununa değinirse Kılıçdaroğlu “Biz iktidara gelince çözeceğiz” diyor.
Sizce de bu tutum tuhaf, hatta sakat değil mi ?
Kılıçdaroğlu sanki arabayı atların önüne koşuyor ve sonra dönüp halktan kendisine ve partisine destek istiyor.
İyi de ülkenin yakıcı sorunlarını nasıl çözeceğinizi söylemezseniz seçmen size niye güvenip oy versin?
İktidara gelmeniz için sorunları nasıl çözeceğinizi, AKP’den farklı olarak hangi yol ve yöntemleri izleyeceğinizi söylemezseniz size niye iktidar yolu açılsın?
Ama Kılıçdaroğlu ısrarlı. Hangi soruna ilişkin konuşsa “Biz iktidar olunca çözeceğiz” diyor. “Peki ama nasıl” sorusuna aynı sözleri yineleyerek cevap veriyor: Biz iktidar olunca çözeceğiz !

Bu gidişle ya Kılıçdaroğlu -ve varsa ekibi- atları arabanın önüne koşmayı öğrenecek ya da CHP içinden bunu başaracak bir yeni önder çıkacak.
Ya da CHP hiç bir zaman iktidar olamayacak...