Aydın Engin

12 Nisan 2010

Keşki futbolcu olsaymışım

Ağır bir sakatlık geçirip, bir ay boyunca değil maça çıkmak, antremanlara bile çıkmayan ve şimdi yine ilk onbirde yer alan futbolcu gibiyim.

Ağır bir sakatlık geçirip, bir ay boyunca değil maça çıkmak, antremanlara bile çıkmayan ve şimdi yine ilk onbirde yer alan futbolcu gibiyim.


O futbolcu ne yapar?


Top ayağına gelince, topu sürmekten, önüne gelene çalım atmayı denemekten, kaleyi gördüğü anda abanmaktansa topu en yakınındaki takım arkadaşına aktarır ve yine boş bir alana kaçar.


İkili mücadelelerden mümkün olduğu kadar kaçınır. Topu ayağında tutmaz; rakip savunmanın biriktiği alanlardan uzak durur. İyi kötü 90 dakikayı tamam edince futbol allâmeleri onun için “Geçirdiği sakatlığın etkisi ürkek oynamasına yol açtı. Birebir mücadelelere girmemeye çalıştı” filan diye yazarlar ve hoş görürler.


Ama gazetede yazıyorsan bu şansın var mı ?


Birebir kapışmaları göze almadan yazılabilir mi ?


Keşki futbolcu olsaymışım...


* * *


Bir ay boyunca izleyemediğim tartışmaları, konuları ele alamam, çünkü gazeteleri üstünkörü okudum, televizyonu ise hemen hemen hiç seyretmedim.


Anayasa değişikliği ise hâlâ komisyonda tartışılmakta. Yani o çetrefil ve önemli konuya girmek için önüm(üz)de epey zaman var.


Yargının tepeleri ile Hükümet arasındaki siyasal tartışma (yoksa “kapışma” mı demeliydim?) olanca hızıyla sürmekte ve besbelli daha epey sürecek...


Öyleyse hepsini bir yana bırakıp Genel Kurmay Başkanının son demecini tırmıklamakta hiç bir sakınca yok...


Hayır hayır, o uzun demeci didiklemeye filan niyetim yok. Başbuğ”un sadece bir cümlesi, tek bir cümlesi dünden beri kafamın içinde dönüp duruyor.


Hatırlayacaksınız, önceki gün General Fevzi Çakmak’ın ölümünün 60 yılı dolayısıyla düzenlenen panelden sonra gazetecilerle konuşan Genel Kurmay Başkanı çeşitli konulara değindi ve konuşmasının bir yerinde aynen şöyle dedi: ''Türk Silahlı Kuvvetlerinde, moral, disiplin değerlerini, birlik ve bütünlüğünü kimse bozamaz.''


Televizyonlar o uzun konuşmadan sadece bu cümleyi öne çıkardılar; gazeteler de öyle. T24’ün açılış sayfasında da Başbuğ’un bu cümlesi öne çıkarıldı...


İlk bakışta sıradan bir cümle. Ama ilk bakışta...


Gelin didikleyelim.


Disiplin değerleri: Doğru. TSK’nın sağlam bir disiplin geleneği var. 27 Mayıs’ta bu disiplin derin bir yara almıştı ama izleyen yıllarda patlak veren kargaşadan TSK dersler çıkardı ve daha sonraki darbeleri (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat) “emir ve komuta zincirini bozmadan” yapmaya özen gösterdi.


Hem zaten ülkesini seven, aklı başında hiç kimse o ülkenin ordusunun disiplin değerlerinin altüst olmasını istemez. Bunun bedelini ülke çok ağır öder.


Birlik ve bütünlük: Bu da doğru. Birlik ve bütünlüğü bozulmuş bir ordu zorba bir güce dönüşür ve bunun bedelini sadece ordu değil bütün yurttaşlar öder. Zaten TSK’da her zaman “Kol kırılır yen içinde kalır” ilkesine sadık kalındı; birlik ve beraberlik en kritik dönemlerde bile özenle korundu...


Ne kaldı?


Moral değerler !


Bu sözcüğü ister günlük kullanımdaki “zorluklara dayanma gücü, güveni” olarak alın, ister kökenindeki anlamıyla “ahlâk, ahlâka ilişkin” olarak kavrayın; General Başbuğ hangi anlamıyla kullanmış olursa olsun itirazım var.


TSK’nın moral değerleri, gerek 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini izleyen günlerde, aylarda, yıllarda çok ağır ve derin yaralar aldı ve bu yaralar “dışarıdan” değil “içeriden” açıldı.


Diyarbakır ve Mamak askeri hapishanelerinde olup bitenler, o tanımlanması olanaksız vahşet ve zulmün tanıkları halen yaşıyor. 18 yaşından küçük Erdal Eren’in önce yaşını büyütüp sonra asan zihniyet hâlâ belleklerde canlı ve bu suçların sahiplerini TSK bu güne kadar lanetlemedi; TSK vicdanında mahkum etmedi...


Çok mu gerilere gittim?


Peki, yakın yıllara dönelim.


Albay Çiçek’in “ıslak imza” tartışmasında, TSK “Bu bir kağıt parçasıdır” diyerek iddiayı reddetti; Albayına sahip çıktı. Ama Jandarma Kriminal Dairesi (AKP etkisindeki Adli Tıp değil, TSK içindeki Jandarma Kriminal Dairesi) ıslak imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunu saptadı ve açıkladı.


Balyoz Darbe Planı ile ilgili olarak TSK “Hücüma kalkarken Allah Allah diyen ordu cami bombalatır mı? Bu iddiaların sahiplerini lanetliyorum” dedi. Ama planın mimarı General Doğan, seminerin açış konuşmasında aleni darbe çağrısı yapan konuşmanın kendisine ait olduğunu resmen kabul etti. Ardından TSK’nın görevlendirdiği bir asker (sivil değil asker) bilirkişi raporunu yazdı ve 1. Ordu Karargahında düzenlenen seminerde Genelkurmay’ın bilgisi dışında darbe planları yapıldığını resmen belirtti.


7 Erin şehit düştüğü mayın patlamasının hemen ardından TSK, “Kuzey Irak’tan sızan teröristlerin yerleştirdiği mayınlar” diye resmi açıklama yaptı ve bir kaç gün önce bu mayınların TSK malı olduğu, TSK birlikleri tarafından döşendiği, yani o günlerde resmen yalan söylendiği açığa çıktı...


Daha sayayım mı ?


* * *


Bunlar TSK’nın moral değerlerini tamiri olanaksız ölçüde yaralayan, bozan olgular ve hepsi de resmen doğrulandı.


Bunlara tanık olan bir ordunun genç teğmeninin de, emekliliği yaklaşmış generalinin de morali bozulur. “Halkımıza yalan söylemek, onu kandırmak, gerçeği halkımızdan saklamak bize yakışır mı” diye sorarlar...


Başbuğ haklı. TSK’nın moral değerlerini kimse bozamaz.


Ama TSK’nın kendisi bozabilir.


Bozdu da...