Basın toplantısı bitti. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, KCK Yürütme Konseyi üyesi Zeki Şengali ve Kongra-Gel Başkanlık Divanı üyesi Hacer Zagros, iki sıra dizilip güvenlik önlemi alan kadınlı erkekli ve “keleşli” gerillaların arasından geçip uzaklaştılar. Ardından onlarca yerli yabancı TV kanalının kameralarından birinden ötekine “yakalanarak”, ayaküstü “değerlendirmeler” için “Basın toplantısı için görüşlerinizi alabilir miyiz” sorusu cevaplandırıldı ve medya ordusu ağır ağır dağıldı. Basın toplantısının bence -başarılı- sorumluları olan “keleşsiz” gerillaların göz kaş işaretleriyle geride kalan bencileyin birkaç gazeteci bir araca binip Kandil’in bir başka köşesine doğru yola çıktık.
Bu kez avlusu, çağıldayarak akan bir Kandil deresine bakan ve galiba çevrede başka bina bulunmayan tek katlı bir eve geldik. Cep telefonları kısa bir süre için açıldı. Kimimiz “tweet”ledi, kimimiz “Bir ara yazı geçeceğim, gelen mailler arasında kaybolmasın haaa” diye İstanbul’daki haber merkezlerini uyardı. Ardından cep telefonları yeniden toplandı. Kısa süre sonra da Karayılan yanında yine Zeki Şengali ve Hacer Zagros ile odaya girdi. Selamlaşmanın ardından odadaki koltuklara oturduk. Artık tesadüf mü yoksa yaşıma saygıdan mı bilemeyeceğim ama ortadaki iki kişilik kanapeye Karayılan’la yanyana oturduk. Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş, CNN’den Şirin Payzın, Vatan’dan Ruşen Çakır, Radikal’den Ezgi Başaran, Birgün’den Ertuğrul Mavioğlu, İMC’den Eyüp Burç ve Ayşegül Doğan da öteki kanape ve koltuklara yerleştiler.
Bir ara odadaki yerleşme pozisyonumuza bakıp “Sayın basın mensupları barış sürecine ilişkin Türk – Kürt ortak bildirisini sizlere sunmak için toplanmış bulunuyoruz” diye bir espri yapsam mı diye aklımdan geçti ama kendimi çimdikleyip bu “soğuk şaka” cümlesini yuttum.
Karayılan sohbeti açtı… Toplantının bir sohbet havasında yürümesini de o sağladı. Sahiden olanca açıklığıyla akıllardaki ya da bizim aklımızda olmasa bile kamuoyunda merak edilen soruların çekincesiz, sözcük seçmeden sorulabildiği sahici bir sohbet oldu.
Belirtmemek hakbilmezlik olur: Murat Karayılan soruların tümüne (peki düzelteyim: Çoğuna) açık seçik, kaçamaksız cevaplar verdi.
Epey uzun süren sohbet böyle başladı…
Güvercin postası ile iletişim
Sohbetin çeşitliliği ve soruların ve cevapların rahatlığı üstüne bant çözümü bir örnek vereyim.
Soruldu: Barış süreci sizin çizdiğiniz üç aşaması da tamamlanıp başarıyla sonuçlanırsa, buradaki gerillalar ne yapacak? Yani gerilla hayatı sona mı erecek? Bu gençler kendileri için başka gelecekler düşünme noktasına geldiler mi?
Karayılan cevapladı: Bakın, biz bir kadro hareketiyiz. Bizde silahlı mücadele biter, siyasi mücadele başlar. Aslında biz burada şimdi de siyasi çalışma yürütmüyor muyuz? Mesela ben… Ben KCK Yürütme Konseyi Başkanı'yım. Bakın bu pek bilinmez, KCK’nin bu yürütme konseyinin içinde askeri kimse yok. Bizim bir başka, üstelik sivil bir komitemiz var. Sivil bir komite bu. Bu komite bizimle, yani KCK ile askeri güçler, yani HPG arasında irtibat sağlar. Bakın bizim yapımızı iyi anlamak lazım. KCK var, kadın komiteleri var, askeri birimler, komiteler var, akademilerimiz var, basın yayın var. Mesela alalım KCK’yi… Bu sivil yani silahlı birimlerin yer almadığı bir örgütlenmeye denk gelir. Tamam, bizim geçmişimiz asker. Benim de geçmişte asıl o yönüm öne çıkmıştı. Ama şimdi öyle mi? Benim işim… Zaman sıkışıklığı filan var, bazen vakit kalmıyor ama ben ne yapıyorum günlük olarak? Siyasi parti liderleri ile görüşmeler var; değişik parçalardan (dört ülkeye dağılmış Kürtleri kastediyor - A.E) gelen misafirleri karşılamak, ağrılamak, görüşlerini almak var; siyasi mücadeleyi geliştirmek var… Ne bileyim böyle işler işte… Yani işte benim günlük çalışmam budur…
Soruldu: Herhalde çoğuyla telefonla görüşüyorsunuz ?
Karayılan (gülerek) cevapladı: Yoook…Telefonu… Durun bakayım… Evet 2006’dan beri, kaç yıl olmuş? Yedi yıl…Evet, ben yedi yıldır telefon kullanmıyorum. Bilgi aldık, net kaynaklardan bilgi aldık. Telefon bir suikast silahı olarak kullanılabilen, ayrıca sinyalleriyle yer belirleme imkanları veren bir aygıt. Bıraktım o yüzden. İlk önce çok zorlandık. Çünkü daha evvel bende üç tane telefon vardı. Konuşuyordum. Avrupa ile Rusya’ya, Rojava’yla (Rojava, PKK jargonunda Suriye Kürdistanı) konuşuyorduk. Telefonları devre dışı bırakınca bir hayli zorlanma yaşadık.
Soruldu: Eee şimdi güvercin postasıyla mı iletişim kuruyorsunuz? (Tahmin edeceğiniz gibi bu soru benden geldi)
Karayılan (yine gülerek) yanıtladı: Yok canım. Kurye ağı. Elden yani. Mesela Avrupa’ya daha dün bir kurye gitti. Böyle yani… Gerilla ile irtibat biraz daha şey… Nasıl diyeyim, biraz daha zor. Şimdi bizim bir sistemimiz var. Telsiz. Ama bildiğiniz o küçük telsizler değil. Büyük telsizler bunlar. Kısa dalga yayın yapan aletler. Mesela ben bu telsizle bazan…
- Ama Türkiye araya giriyor, dinliyor…
- Evet. Giriyor, dinliyor. Zaten ben söylüyorum, “Dinleyin ama karışmayın” diyorum. Çünkü lafa karışıyorlar… Dinleyin. Niye araya giriyorsunuz ki değil mi? Ayrıca dinleyemeyecekleri önlemlerimiz de var tabii. O kısmını geçelim… Neyse işte, o telsizlerden her birimde vardır. Bu telsizle günlük ilişki kurmak mümkün. Ama ben niye kullanayım ki onu. O ilişki HPG karargahının işi. Onlar kullanıyor bu yolu. Her gün düzenli rapor alınır. Diyelim Karadeniz'deki, yahut Dersim’deki birim. O gün ne yapmış, nerede kiminle karşılaşmış… Bunların hepsi her gün tekmilini verir. Orada toplanan bilgi de buraya bize akıyor. Bana geliyor düzenli. Ben bazan gerekli olduğunda, önceden haber veriyorum, herkes o saatte telsiz başında hazır oluyor. Valla bir açıyorsun 20-30 ses çıkıyor. Bizim iletişimiz böyle. Ama bu örgüt içi iletişim tabii. Ama siyasi çevrelerle, hatta mesela sizlerle başka türlü… Mesela şimdi olduğu gibi…
* * *
Uzun bir sohbetti. Bant çözümünden hepsini aktarmak çok uzun sürer. Zaten o kadar çok konuya değinildi ki…
Örneğin, Ezgi Başaran lafı eğip bükmeden sordu:
- PKK içinde fikir ayrılıkları olduğu çok söyleniyor. Mesela Ankara grubu, Dersim grubu deniyor. Sonra sizin mesela Bahoz Erdal’la aranızın hiç iyi olmadığı söyleniyor…
Karayılan gerilmek ne söz, tadını çıkararak gülüp cevapladı. Bahoz Erdal’ın kendi sorumluluğu altında örgüte katılıp sorumluluklar üstlendiğini, yani en yakın işbirliği içinde olduğu arkadaşlardan biri olduğunu belirtti ve ekledi:
- Sizin devletin psikolojik savaş dairesinin bilinçli olarak ürettiği ve yaydığı söylentiler bunlar. Tabii herkes bir olmaz. Tamam. Ama bizim bu yönetim kademesinde farklı düşünen yoktur. Gerçekten yoktur. Tartışırız, ortak bir karara varırız ve biter. Bu kadar kesin…
Laf bu aşamada Karayılan’ın konumuna geldi. Yine gülerek anlattı. Bant çözümünden aktarayım:
- Ben bugün yürüttüğüm görevi, yani başkanlık durumumu sürdürmek istemiyorum. Benim görev sürem uzatıldı. Ben istemedim yani. Uzatıldı. Ben değişmesini isterim, çünkü o diğer klasik sol partilerdeki gibi biri başa gelecek, yıllar yılı orada kalacak. Bu doğru değil bizim açımızdan. Bizim örgüt anlayışımızda bu yok. Umarım koşullar değişir, gelişir biz de konumumuzu değiştiririz. Bu normal ve böyle olması doğru. Bakın bizde bir parti kültürü, bir ortaklaşma kültürü oluştu. Bu uzun sürdü ama iyice oturdu. Bizde ortak karar neyse, ne kararlaştırmışsak hep beraber ona itirazsız uyulur artık. Ama bunu bir itaat, bir biat kültürü gibi algılamamak lazım. Karar enine boyuna tartışılıp alındıysa kim niye itiraz etsin ki, öyle değil mi? Bu Kürtler arasında yenidir. Öteden beri sıkıntı neydi Kürt hareketinde? Bir araya gelememek. Biz onun için önderlik etrafında böyle kenetleniyoruz. Çünkü bütün Kürt özgürlük hareketleri hep içten parçalanmış ve güçten düşürülmüştür. O yüzden PKK’de bu önemlidir ve Kürt hareketinde yeni bir kültürün ispatıdır. Çünkü PKK bütün bunların sentezlenmesidir, bu bölünmelerden sonuçlar çıkararak yürütülmesidir…
* * *
Roboski’de ne oldu?
Roboski söz konusu olduğunda Karayılan’ın kafası çok net. İyi tanıdığı coğrafi koşulları ayrıntısıyla anlatıyor ve Aralık ayında, karların bir metreyi çok geçtiği bir mevsimde, oradan bir PKK askeri birliğinin girmesinin ne anlamı olacağını, ne de mümkün olduğunu vurguyla belirtiyor. Dolayısıyla Bahoz Erdal’ın kaçakçı köylüler arasına karışıp gireceğine yönelik MİT istihbaratına dayanılarak köylülerin yanlışlıkla bombalandığı iddialarına gülerek karşı çıkıyor. MİT’in yanlış bilgi vermiş olabileceğini düşünmüyor. MİT’in böyle bir istihbarat veremeyecek kadar deneyimli olduğunun altını çiziyor ve bu söylentiyi, Roboski bahanesi ile MİT’in özellikle MİT Müsteşarı'nın etkisizleştirilmesi operasyonu olarak yorumluyor.
Daha da vurgulu belirttiği ise Roboski’de bilinçi bir katliam yapıldığı. Onun sözcükleriyle aktarayım:
- Roboski’de uçaklar bomba attı, köylüler öldü. Bu kadar basit olamaz. Orada tam 1 saat 48 dakika devam eden bir infaz ve imha operasyonu var. Bakın uçak bomba atarsa 35-40 kişilik gruptan birkaçı ölür, diyelim birkaçı yaralanır. Çünkü bombalama başlayınca herkes dağılır. Bir kuytuya, bir kaya dibine kaçar. Zaten bombalama da birkaç dakikada biter. Halbuki 1 saat 48 dakika devam etti. İki kişi hariç canlı kimse kalmadı. Katırlar bile yok edildi. Orada bir metreyi aşan kar var. Termal kameralarla donanmış predatörler o kar ortamında canlı olanı kolayca, bütün koordinatlarıyla saptar. Karar da uçak pilotunca değil, Amerikan predatorlarının bilgilerinin toplandığı merkezden Ankara’ya verilen bu bilgiler ışığında bombalama ve imha kararı verildi. Neden diyeceksiniz? Doğrusu bilmiyorum. Ama Roboski’de bilinçli bir imha operasyonu yapıldığını iyi biliyorum.
Suriye’de PYD hangi tarafta yer alıyor?
Suriye’de daha önce Esad rejimine yakın durduğu söylenen ve PKK çizgisinde olduğu ileri sürülen PYD’nin artık HSO’ya ( = Hür Suriye Ordusu’na) yakın durduğu iddialarına Karayılan “Ne o, ne öteki taraftayız” yaklaşımında. Bu noktada tutum, sorumluluğunun iktidardaki Baas rejimi ile HSO’ya düştüğü kanısında. Suriye’deki Kürtlerin kendi özerk yönetimlerini inşa etmekte olduklarını ve çok yol aldıklarını belirtip, bu özerk yönetime saygı gösteren, düşmanlık göstermeyenlerle bir sorunları olmadığının altını çiziyor ve geçmişte gerek Esad birlikleri ile, gerekse HSO ile Suriye Kürtleri arasında silahlı çatışmaya varan olumsuzluklar yaşandığını ve hepsinin de Kürtlerin inşa ettiği ve etmekte olduğu özerklik sistemine karşıdan gelen saldırılardan kaynaklandığını hatırlatıyor. Bu sözlerden ileride de yaşanırsa yine aynı nedenden yaşanacağı sonucu kolayca seziliyor.
Devlet, Kandil ile ilişki kurmuyor mu ?
Taa Oslo sürecinden bu yana acaba devlet kurumları, mesela MİT, Kandil ile doğrudan görüşme olanakları aradı mı, böyle bir arayışı oldu mu?
Soru ilginçti. Cevabı ise pek net:
- Bir değil, birkaç defa görüşmek, süreci bizimle yürütmek istediler. Biz kabul etmedik.
- Niye?
- Çünkü bu, halk önderimiz, Başkan Apo’yu devre dışı bırakma operasyonu idi. Niyet öyle değilse bile sonuçları öyle olurdu. Bizim buna yanaşmamız, öyle bir tutumu onaylamamız söz konusu bile olamaz. O yüzden reddettik. “Görüşecekseniz İmralı ile görüşün” dedik ve devlet de mecburen öyle yaptı. Bugün ulaştığımız noktaya bakılırsa doğru bir yol izlediğimiz ve önerdiğimiz anlaşılıyor herhalde…
Süreç ağır mı yürüyor ve neden?
Saatler süren bir sohbeti bütünüyle aktarmak elbette olanaksız. Ama PKK’nin çekilmesi ile başlayan ve Karayılan’ın “normalleşme” terimi ile adlandırdığı son aşamanın tamamlanmasına kadar yaşanacak sürecin ağır yürümesinin belirleyici etkeninin ne olduğu üstüne Karayılan’ın görüşlerini aktarmadan bu notlar noktalanmamalı.
Karayılan’ın bu konuda kafası çok net. Öcalan’nın koşullarının ancak mektup alıp vererek bir iletişime olanak tanıdığını ve ister istemez sürecin yavaşladığı kanısında.
Önerisi çok yalın: Nasıl BDP’lilerle Öcalan’ın görüşmesi sağlanabiliyorsa PKK ile Öcalan arasında doğrudan, yüzyüze görüş alışverişine olanak sağlanmalı. Yetkili bir PKK heyeti aracısız, mektupsuz Öcalan’la görüşebilmeli. Bu süreci umulandan çok daha fazla hızlandıracak.
Bu noktada kaçınılmaz soru geldi:
- Peki bu mümkün olsa İmralı’ya gidecek heyette siz yer alır mısınız?
Karayılan’ın bu soruya cevabı içten ve gevrek bir kahkaha oldu:
- Ben? Hayır, hayır… Ben buradan ayrılmam. Ama bu imkan sağlanırsa yetkili bir PKK heyeti oluşturmak bizim için hiç sorun değil. Yeter ki…
* * *
Bu “Yeter ki”nin anlamı “Top Türkiye’nin devlet ve hükümet kurumlarının elinde”den ibaret…
Ne dersiniz? Sürecin hızlanması, barışın bir an önce kazanılması uğruna böyle bir olanak yaratılmalı mı?
(Bu sonuncu soru Karayılan’a değil, size, okurlara soruldu; T24 okuyorlarsa yetkili devlet ve hükümet kurumlarına da sorulmuş oldu…)
Son söz: Gecenin ilerlemiş bir saatı idi. Aşağıda akan derenin çağıltısı ile Kandil tepelerini ışıtan dolunay buluştu. Evin terasında ayakkabılarımı aramak, bulduktan sonra da giymek bahanesiyle inadına ağırdan aldım.
İçimden geçeni orada kimselere söylemedim ama sizlerden saklamayacağım: Barış gelse, bir dolunaylı ilkbahar gecesinde siyaset değil, şiir konuşmak, türkü dinlemek için Kandil’de olsam…
Kim bilir belki bir gün…