Aydın Engin

08 Eylül 2021

Gulam Hazret’in kömür gözlü kızı: Gülçehre

Bu Tırmık “IŞİD ve El Kaide’ye karşı Taliban” mavalını okuyan dinbaz siyaset bezirganlarına, kendini “Demokrasinin beşiği ve günümüzün en ileri demokrasisi” diye tanımlayıp kostaklanan AB ülkelerinin elebaşılarına, ABD’nin tepelerine duyduğum taşkın öfkenin dışa vurumudur.

1980’de Afganistan’da Kızılordu destekli Babrak Karmal askerleri ile ABD’nin ve Çin’in milyon dolarlar harcayıp silahlandırdığı ve eğittiği “Mücahit” denen Hikmetyar, Rabbani gibi eroin hammaddesi ihracatçılarının askerleri arasındaki kanlı iç savaşın tırmandıkça tırmandığı günlerde tanıdım onu.

Adı Gulam Hazret’ti. Triportörü ile otel mutfaklarına meyve, sebze taşıyordu. Yabancı gazetecilerin kaldığı Kabil İntercontinental otelinin mutfak kapısına silme yüklü triporter kasasından portakal boşaltıyordu. Üç - dört portakal düştü, ayaklarımın dibine kadar yuvarlandı. Hepsini yerden aldım, götürdüm triportör kasasına koydum.

Lüks otelin müşterisinden böyle bir tutum beklemiyordu anlaşılan. Minnetle güldü. Böyle tanıştık.

Avrupalı meslektaşlar gibi araba kiralayacak halim, yani param yoktu. Orada, ayaküstü günde 5 dolara Gulam Hazret’le anlaştım. Artık benim de hem üç tekerlekli de olsa bir makam aracım olmuştu, hem de iyi bir çevirmenim.

Bir Azeriydi. Afganistan’ın batısındaki bir Azeri köyünden Kabil’e göç etmiş. O çok sevimli Azeri dilinin yanı sıra Peştun dilini de akıcı konuşuyor, Tacikçe’yi ve Özbek Türkçesi’ni de anlıyor hatta çat pat da konuşuyordu.

Yani dört ayak üstüne düşmüştüm ve o günlerde orada çalışan bütün meslektaşlardan Afganlarla ilişkide birkaç adım öne geçmiştim. Günde 5 dolar ise Gulam Hazret için neredeyse bir servetti.

1980 Ocak sonuna kadar Gulam Hazret’le birlikte çalıştık. Salt Kabil’de değil Afganistan’ın güneyinde, batısında ve kuzeyinde neredeyse dört döndük.

Param bitmek üzereydi yani dönüşüm yaklaşmıştı. Gulam Hazret beni evine akşam yemeğine davet etti. Üç odalı, sefil değil ama yoksul bir Kabil evi. Oturma odasında yer sofrasında dört kişi bizim perde pilavına benzer nefis bir etli pilav ve üzüm hoşafına tandır ekmeği eşliğinde kaşık salladık.

Dört kişi. Ben, Gulam Hazret, başına şöyle bir örtü atıvermiş güleç yüzlü karısı ve…

Ve Gülçehre

Gulam Hazret’in kömür gözlü ve güzeller güzeli kızı. “Eylül gelende yeddi (yedi) yaşına” girecek.  Azeri Türkçesi Gülçehre’nin dilinde daha da sevimli. Annesinin “Bu gız pek dilbaz emmisi” dediği Gülçehre cıvıl cıvıl konuşuyor.

- Jurnalist adam, yaz bitende ben mektebe başlirem.

Jurnalist adam “Al şu kızı bas bağrına” duyguları içinde sordu:

- Peki ne olacaksın Gülçehre ?

- Muallim olacağım. Sedece (sadece) gızların muallimi olacağım.

*   *   *

Kömür gözlerinden zekâ fışkıran, gül çehreli Gülçehre’yi bir daha görmedim. Bugün 48 yaşında olmalı.

Taliban 1996’da iktidarı ele geçirdiğinde Gülçehre artık dal gibi bir genç kadındı. Muallim olmuş muydu bilmiyorum; Taliban’a boyun eğmiş miydi bilmiyorum. Arada geçen 41 zorlu ve kanlı yılda hayatta kalıp kalmadığını bile bilmiyorum.

Ama üç gün önce Kabil’de silaha tapan Taliban çetelerinin karşısında dikilen 44 Afgan kadını arasında ben sanki Gülçehre’yi gördüm.

Hayır bir benzetme değil, O küçücük kızın 48 yaşındaki görünüşünü bilemem elbet. Ama dedim ya, fotoğrafta sanki Gülçehre’yi gördüm. “Kadın ve erkek eşittir. Haklarımızı savunacağız” yazan küçücük, derme çatma pankartlardan birini de Gülçehre taşıyordu.

Jurnalist adam”ın içi ısındı, yüreği kabardı. Gülçehre’yi bu kez sımsıkı bağrına bastı.

*   *   *

Bu bir fantezi yazısı değil. Bir edebi deneme hiç değil. Sıradan bir anı aktarımı da değil.

Bu Tırmık “IŞİD ve El Kaide’ye karşı Taliban” mavalını okuyan dinbaz siyaset bezirganlarına, utanç vermekten öte işlevi kalmamış AKP medyasına, kendini “Demokrasinin beşiği ve günümüzün en ileri demokrasisi” diye tanımlayıp kostaklanan AB ülkelerinin serbest piyasa tanrısına tapan elebaşılarına, ABD‘nin tepelerine duyduğum öfkenin dışa vurumudur.

Alın size dumanı tüten bir Taliban açıklaması. Taliban sözcüsü, suratının rabbiyesiri kalmamış Zabihullah Mücahid, İhlas Haber Ajansı'na konuşmuş:

“…Türkiye dost ve kardeş bir ülkedir, çok derin ilişki ve bağımlılık içerisindeyiz. (…) Kadın hakları İslam dinindeki yerine göre özen gösterilecek ve himaye edilecektir…”

Ek bir yoruma gerek var mı?

Kadınlar üstüne söylediklerinden ne anlaşılır ve bu ikiyüzlülüğe öfke duyulmaz da ne yapılır?

*   *   *

Sözcü, sözlerinin sonunda bir inci daha yumurtladı. Aynen aktarıyorum:

“Yeni hükûmetin kuruluş töreni için sanırım bütün ülkelere davetiye gönderildi ve gelmelerini umuyoruz. Bu bizim hükûmetimizin ilanı için iyi olacaktır ve bu bizim için bir destek mahiyetindedir” 

Ben bu paragrafı AKP iktidarı, AB ülkelerinin iktidarları ve ABD iktidarı için bir demokrasi sınavı olarak okudum.

Siz nasıl okudunuz?