Aydın Engin

14 Ağustos 2013

'Gösteririm haaa'dan 'göstermedim bak'a

Medyanın bu dönemi için “Gösteririm haaaa… Yazarım haaaa… Açıklarım haaaaa…” dönemi demek bence pek uygun

 

Medyaya, büyük sermayenin onu bir silah olarak kullanma amacı ve hesabıyla girişi aslında Özal’lı yıllardır. 1985-1990 arası bu yönde bir geçiş sürecidir.

Ama medyanın bir silah olarak siyasileri yönlendirmek, etkilemek, hatta boyun eğdirmek için kullanımı 1990 sonrasıdır. Artık özel televizyon kanalları geçiş dönemini tamamlamış ve TRT’nin saltanatını bir daha geri  vermemecesine devralmışlardır. Keza  kağıt gazetelerde  İstanbul, Ankara, İzmir matbaalarından ibaret dönem bitmiş; her biri milyon dolarlık rotatifler Trabzon, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Antalya gibi illere kadar yayılmış; baskılar, tasfiye edilen SEKA yüzünden dolara endeksli ithal kağıda yapılmaya başlamıştır. Gazete dağıtımı iki tekel arasında paylaşılmış ve tekelciliğin kuralları acımasızca uygulanmaya başlamıştır.

Bu durum üç kuruşu bir araya getirip entelektüel birikimlerine yaslanarak gazetecilik yapma olanaklarını ortadan kaldırmış; gazeteler arasında birinci, ikinci ve üçüncü ligler oluşmuştur.

Yani medyada meydan sahiden büyük sermaye yatırımını yapabileceklere kalmıştır.

90’lı yıllarda medya böylesine bir değişim geçirirken siyasette ise ilkeler üstüne değil pazarlıklar üstüne kurulan güçsüz koalisyonlar dönemi başladı.  DYP, SHP, ANAP gibi görece yapay partiler henüz ayaktaydılar ve onları tasfiye edecek bir siyasal güç ortada –henüz- yoktu.

Dahası Özal ölmüş, Demirel Çankaya’ya çıkmış ve parti liderlikleri, dolayısıyla  başbakanlık, başbakan yardımcılığı gibi kilit siyasal konumlar ya yaşlı ve oldum bittim lider gölgesinde var olabilmiş ikinci sınıf siyasetçilere ya da kerameti kendinden menkul, dünyayı saran serbest piyasa ekonomisi egemenliğinin yarattığı kirlilikte kulaç atmayı iyi bilen görece genç siyaset esnafının eline geçmişti.

Artık basın değil TV’lerin tartışılmaz ağırlığı ile medya diye anılmaya başlayan güç, hâlâ dördüncü kuvvet diye anılmaktaysa da aslında kendini birinci kuvvet gibi görmeye başlamıştı.

Ana akım medyada “gazete-TV” ortak silahlarını kuşanan medya patronları ve onların kuruluşlarının tepelerine yerleştirdikleri “gazeteci-işadamı-siyasetçi” meslektaşlar (Meslektaşı lafın gelişi kullandım. Yoksa onlar gazeteciyse ben değilim) artık hükümetler kurmakta söz sahibi olmakta, bakanlar atamaktaydılar.

Aynı dönemde finans sektörü ülkeyi insafsızca soymaya başlamış, banka hortumculuğu adeta bağımsız bir meslek dalına dönümüştü. Siyasette ve ekonomide kirlilik dizboyuydu ve  medyada  lağımlar yine açıktan akmaktaydı.

Medyanın bu dönemi için  “Gösteririm haaaa… Yazarım haaaa… Açıklarım haaaaa…”  dönemi demek bence pek uygun….

Medya patronlarının ve baronlarının çekmecelerinde uyuyan kasetler, dosyalar, belgeler siyasetin tepelerindekilere, yüksek bürokrasinin her kesimine (Anladınız !), yargı erkinin tepelerine ucundan gösteriliyor ve ardından  “Gösteririm haaaa… Yazarım haaaa… Açıklarım haaa” denerek istenen teşvikler, istenen siyasal değişiklikler, istenen bürokratik düzenlemeler elde ediliyordu.

O yıllarda  daha önce medya ile uzaktan yakından ilişkisi olmamış pek çok sermayedarın  ya yeni bir medya şirketi kurduğunu ya da epey yüklü fiyatlar ödeyerek varolan medya kuruluşlarını devraldığını hatırlayın ve tazminat cezaları ile başbaşa kalmamam için benden isimler sıralamamı beklemeyin…

*    *    *

1990’ların sonuna doğru siyaset rüzgarlarının yönü değişmeye, siyasal güçler arasında kartlar yeniden karılmaya ve aslında siyaseten “yaşayan ölü”den farksızlaşmış bildik siyasal partiler sallanmaya başladı.

2000’lere girildiğinde silyasetteki tasfiye süreci hızlandı ve yaşayan ölü siyasal partilerin cenaze namazları kılındı.  CHP, MHP gibi organik bir seçmen kökenine sahip partilerin karşısına  yepyeni bir siyasal güç çıktı: AKP

Özal’ın açtığı yoldan hızla ve yükselerek yürüyen Anadolu sermayesi Asya, ve Afrika pazarlarına dalmış, AKP’de sahici siyasal temsilcisini bulmuş ve iktidarı sımsıkı eline geçiren AKP de bu sermayedar kesime dayanarak ve  toplumdaki Hanefi-İslam eğilimi referans olarak kullanarak kendine çok güçlü ve yaygın bir seçmen kitlesi edinmişti…

Merkez medya bu dönüşüm sürecini hemen farkedemedi. Tersine çoğu kez (mesela 28 Şubat’ta) yanlış ata oynadı. Farkettiği zamansa iş işten geçmediyse bile artık epey geride kalmıştı. 90’lı yıllarda semirmiş merkez medyanın bir çok kuruluşu AKP çizgisini sürdürecek ve savunacak sermaye gruplarının eline geçmeye; direnenler  içinse acımasız tasfiye süreçleri işlemeye başladı. Vergi cezaları,  bankalarına el koyma, kamu ihalelerinden uzak tutma gibi etkili önlemler ardarda ve hızla ve hoyratça ve gözükara bir ataklıkla uygulamaya sokuldu.

*    *    *

Merkez medya bugüne böyle geldi. Ayak uyduramayanlar tasfiye oldu. Ötekiler ise canla başla ayak uydurmaya çabalıyorlar…

Medyada yeni bir dönem yaşıyoruz.

Bu döneme de bir ad koyalım. T24’deki kapı yoldaşım Hasan Cemal “Beyefendi rahatsız olmasın  gazeteciliği” gibi bir ad önerdi.

Ben daha uygununu öneriyorum.

Medya bugün “Bak göstermiyorum haaaa… Bak yazdırtmıyorum haaaa… Bak yayınlamıyorum haaaa…” dönemini yaşıyor.

Başının gölgesini önüne düşürmemeye çabalayan, mesleğinin ilkelerinden sapmamak için direnen onca gazetecinin kapının önüne konması bu yeni dönemin doğal sonucudur.

Yoksa Gezi direnişi patladığında penguen belgeseli göstermek kimin aklına gelirdi ?..