Aydın Engin

18 Temmuz 2011

Gel de Yazı Yaz...

Yıllar önce bir İsveçli gazeteci, o zamanlar çalıştığım Cumhuriyet’te beni...


Yıllar önce bir İsveçli gazeteci, o zamanlar çalıştığım Cumhuriyet’te beni ziyarete geldi. O sırada yazı işleri müdürlüğünü de üstlenmiştim. Adam odamda oturdu, çayını yudumluyor ve sorularını sormaya hazırlanıyor ama ne telefonlar susuyor, ne odaya dalan yazı işleri amelesinden birinin “Abi şu haberi 5. sayfaya mı koyalım, ‘Kısa Kısa’lara mı yerleştirelim” gibisinden sorularının sonu geliyor. Dahası Ankara’da Çiller – Mesut Yılmaz – Ecevit itiş kakışı tam gaz yürüyor; Güneydoğu’dan “Şehit oldu... Öldü... Ölü ele geçirildi” haberleri akıyor. MGK toplantısı sonrasındaki sade suya tirit açıklamanın perde arkası araştırılıyor falan filan...
Adamcağızın galiba başı döndü:
- Herr Engin, sizin bugün şu yarım saatte yaptığınızı, karşılaştığınızı biz öyle sanıyorum ki Stockholm’de bir yılda yaşamıyoruz. Sizi kıskansam mı, size acısam mı karar veremedim...
O gün, “Bence kıskanın. Bu mesleğin tadı ancak böyle çıkar” diye cevaplamıştım.
Bugün olsa “Eh iyisi acımanızdır. Halimize baksanıza” derim...
Haklıydım, haklıyım...
*    *    *
Kıbrıs’ta belki de çözüme doğru gidiliyor. Ama o çözümün ne menem bir “çözüm” olacağına ilişkin kuşkularım var. O konuyu keyifle didiklemek istiyorum. Gel gör ki...

Bilgisine güvendiğim bir iktisatçı arkadaşımdan “Cari açık”ın ne olduğunu  benim gibi bir “ekonomi cahilinin” de anlayabileceği gibi anlatmasını istedim. Uzun uzun anlattı. Valla anladım. Hem de iyi anladım. Ülke ekonomisinin “cari açık”ı ile ayda 2000 lira net maaş alıp, ayda –mesela- 3000 lira para harcayan bir memurun “cari açık”ı arasında fark yok.
Şimdi, “AKP ülkeyi dünyanın en güçlü ekonomisi haline getirdi... Krizi atlatmak ne söz, krizden yararlandı... Türkiye ekonomisi şaha kalktı” gibisinden nameler ve yaveler düzenlerle keyifli bir polemik hangi gazetecinin avuçlarını kaşındırmaz? Gel gör ki...

ABD Dışişleri Bakanı Mrs. Clinton’un “arka planını” öğrenemediğimiz resmi ziyaretinin hemen ardından CIA’nın çiçeği burnunda başkanı Orgeneral David Petraeus’da Ankara’ya damladı.
“Bayram değil seyran değil, bu ABD bizi niye öpüyor” diye başlayan ve Ankara’daki meslektaşlardan derleyebileceğim parça buçuk bilgilerle keyifli bir Tırmık yazmak istiyorum. Gel gör ki...

İrlanda’nın ardından Yunanistan’a, oradan İtalya, İspanya ve Portekiz’ie sıçrayan kriz sinyallerini, bizimle ilişki olmayan ve olmayacak gelişmeler olarak izliyor ve hatta “Bak bak onların ekonomisi batağa gidiyor, oysa bizim ki...” diye çaktırmadan şişiniyoruz.
Peki ihracatının yarısını Avrupa’ya, ithalatının yüzde 60’ını Avrupa’dan yapan Türkiye ekonomisinin Avrupa çapında bir ekonomik kriz patladığında bundan etkilenmeyeceğini sanmak nasıl bir aymazlıktır? Bu konuyu biraz dalga geçerek, biraz uyararak yazıya dökmeye niyetleniyorum. Gel gör ki...

*    *    *

Gel gör ki
ey okur!
Gel gör ki milliyetçi dalganın yeniden  kabardığı, azdığı, tırmandığı, 30 yıl boyunca –bazan kıl payı da olsa- bir Türk-Kürt çatışmasından, PKK ile güvenlik güçleri arasında değil, iki halk arasında şiddetin egemen olacağı bir çatışma ortamından uzak kalmayı başaran Türkiye’de bu gün o “kıl payı”nın iyiden iyiye inceldiğini, koptu kopuyor noktasına ilerlediğini görmeyen var mı?

Barış Konseyi
kurulması umutlarının çöpe gitmekte olduğu; buna karşılık “Savaş Konseyleri”nin gömmeye hazırlandıklarını umduğumuz baltaları yeniden yağlayıp gözü dönmüşcesine savurmaya başladıkları bugünlerde  umudun zerresi kaldıysa ona sarılıp, olanakların tek damlasını bile yok saymadan Kürt sorunu’nun barışçıl çözümünü savunan cümleler kurmak, kızdırsan da, bıktırsan da, okur “Yine mi” diye homurdansa da bundan caymamak gerekiyor.

Gel gör ki
dediğim budur işte. Kürt sorunu bu kadar yakıcı hale gelmişken Kıbrıs üstüne ya da Mrs. Clinton’un ziyareti üstüne ya da cari açık üstüne ya da Avrupa’yı saran ekonomik kriz üstüne yazmak bana ayıpmış gibi geliyor.
Belki abartıyorum. Ama bana öyle geliyor.
O yüzden bugün ve yarın ve öbürgün yine Kürt sorununu ele almaya çalışan Tırmıklar okursanız kızmayın e mi?