Diyanet İşleri Başkanı’nın yine çenesi düştü. Kendini sahiden Osmanlı Şeyhülislamı ile denk görüyor. Ağzından çıkan fetvanın neredeyse kanun hükmünde olması gerektiğine inanmış gibi.
Adamın o makamın tepesine getirilmesinden sonra ağzından dökülen incileri burada uzun uzun aktarmaya gerek yok. Ama Ayasofya’nın müze olmaktan resmen çıkarılıp sadece bir camiye dönüştürüldüğü gün, vaaz için mimberde kılıçla çekilmiş fotoğrafı ve vaaz boyunca o kılıcı elinde taşıması herhalde unutulmadı.
Adam açıkça “Biz bu şehri fethettik. Elimdeki kılıç onu simgeler. Burası artık kilise değil camidir” demekteydi.
Eh, devletin Reisi ("Adeta padişahı”) kendini fethe çıkmış, Suriye, Irak topraklarına sefer eylemeyi, İslam aleminin lideri olmayı kendine “kutsal bir misyon” bellemiş; Türkiye’nin Balkan ülkeleri üstünde “mesuliyet sorumluluğu” olduğuna ilan etmişse, ki etti, onun Diyanet İşleri Başkanı da kendini devletin şeyhülislam’ı olarak görür.
Anayasa’nın ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti (…) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” yazıyor diye itiraz etmeyin lütfen. Size gülerler ve haklı olurlar.
* * *
AKP elebaşıları sosyal medyada düzenleme kılıfı altında bal gibi kendi ideolojik tercihlerine herkesin uymasını sağlayacak, sosyal medyada canlarını sıkan eleştirileri, itirazları önleyecek “önlemler” hazırlığında iken “Ahir zaman Şeyhülislamı” Ali Erbaş da “durumdan vazife” çıkardı ve “…sosyal medyanın kullanımıyla alakalı hukuki çerçeveyi belirleyecek yasal bir mekanizmanın ihdası (…) bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır" buyurdu.
Bizim “çakma Şeyhülislam”, ortada AKP Reisi 1. Tayyip Erdoğan’ın dikildiği, onun sağında cübbesinin bütün haşmetiyle Yargıtay Başkanı olan, dolayısıyla bir hukuk bilgesi olması gereken Mehmet Akarca’nın durduğu, kendisinin de üçüncü başrol oyuncusu olarak Reisinin solunda boy gösterdiği adli yıl açılışında dualarla kutsadığı törenle ilgili eleştirilere de okkalı bir cevap verdi:
“… Önderler olarak boş alan bırakmamamız lazım. Adaletsiz İslam olur mu? ‘İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın’. Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta…”
Nasıl cevap. Dikkatle okuyun lütfen.
Ali Erbaş kendini ülkemizin önderlerinden biri olarak görüyor ve boş yer bırakmamaya da kararlı.
Biz ise “Efendi sen bir devlet memurusun. Bırak önderliği, amirliği, sen halkın memurusun o kadar” demekteyiz.
Ali Erbaş, “İnanç adalete, yargıya yansımaladır” demekte.
Ne tuhaf, bizler de “İnanç (din) adalete, yargıya asla yansımamalıdır” demekteyiz.
Ali Erbaş, “Oraları (=adalet ve yargı) inançtan ayıklanmamalıdır” demekte.
Ne tuhaf, bizler de “Adalet ve yargı kesinlikle inançtan ayıklanmalıdır” demekteyiz.
Ali Erbaş efendi ile biz aynı anda haklı ve doğru olamayız.
Peki, kim haklı ve kimin savunduğu ilkeler doğru?
* * *
Bu yazının bağlamında değil ama elim değmişken araya sıkıştırıp soracağım:
AKP Reisi, Afganistan’da ölümüne kapışan İŞİD, El Kaide, Taliban çeteleri üstüne “İŞİD ve El Kaide kaka, Taliban cici” masalıyla bizleri uyutmaya çabalarken, onun Şeyhülislamı Ali Erbaş’ın ağzından bu güne kadar bir kere bile IŞİD, El Kaide ve Taliban katil sürülerine ilişkin herhangi bir olumsuz cümle duydunuz mu?
Duymadıysanız şaşırdınız mı?