17 Ocak 2011
Faşizm Kavramını Uluorta Kullanmak
Meslek ustalarımdan Kemal Bisalman 12 Mart sonrasının faşizan karanlığında...
Meslek ustalarımdan Kemal Bisalman 12 Mart sonrasının faşizan karanlığında küçük de olsa bir özgürlük soluğu, az da olsa bir direniş sesi olan Yeni Ortam gazetesinin patronuydu. Ben de yazıişleri müdürü. Bisalman, biçimi sekiz sütun olarak tasarlanan gazetenin çıkışa hazırlandığı günlerde bir ilke koydu:
- Sekiz sütun manşeti asla kullanmayacaksın!
Soran gözlerle baktım. O devam etti:
- İtiraz eder gibi bakma. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı patlarsa ne yapacaksın? Manşeti dokuz sütun mu yapacaksın?
* * *
Bisalman haklıydı. Bazı manşetlerin ve bazı kavramların sık ve sorumsuzca ve aşırı kullanılması bir süre sonra onların aşınmasına, argo deyişle yalama olmasına yol açıyor.
Alın bir örnek: Sivil faşizm!
Peynir ekmek gibi kullanılıyor. AKP’nin yapıp ettiği ve yediği haltlara bakılıyor ve AKP’nin ülkeyi bir sivil faşizme sürüklediği söyleniyor.
Sivil faşizm?
Ben militarist (ordu) destekten yoksun salt sivillere dayanan bir faşizm bilmiyorum. Dahası faşizmin benim sınırlı bilgilerim içinde yalın bir tanımı var. Alman nazizmine karşı direnişin anıt kişilerinden Bulgar komünisti Yorgi Dimitrof’un ağzından:
“Faşizm, tekelci sermayenin zorba diktatörlüğüdür...”
AKP henüz ne orduyu tümüyle kendine bağlı bir silahlı güç haline dönüştürebildi, ne tekelci sermayenin has temsilcisi bir partiye dönüşebildi. Bu yolda adımlar atıyor ama henüz yolun daha başında değilse bile sonuna filan yaklaşmış da değil.
O zaman sivil faşizm nitelemesi ne ola?
Tamam, AKP’ye duyulan güvensizlik (ben hiç güvenmiyorum); AKP’nin bu ülkenin yararını gözetemeyecek bir siyasal güç oluşu (ben kesinlikle öyle düşünüyorum); demokrasiyi ülke ve halk için değil kendisi ve temsil ettiği sınıfsal kesimler için ve onların çıkarına uygun olduğu ölçülerde (yani epey kıt) kabul eden bir örgüt olduğuna ilişkin yargılar yüzünden ona –bence- haklı bir öfke duyulabilir; nefret de edilebilir. Ama öfke, nefret gibi duygusal etkenlere dayanarak düşünüp konuşmaya, yazmaya başlandığında endaze kaçabilir, terazi şaşabilir; mesela sivil faşizm diye tuhaf bir kavram üretilip AKP’ye karşı kullanılabilir.
Peki AKP iktidarı bir (sivil) faşizm ise 12 Eylül Darbesinden sonra beş eli kanlı generalin kurduğu düzenin adı ne olacak?
Demokrasiden uzaklaşan ya da uzaklaşmış ya da demokrasiyi tümüyle ortadan kaldırmış ya da demokrasiyi ertelemiş iktidarlar için siyasi literatür zengin bir kavram haznesine sahip: Otoriter rejim, teokrasi, diktatörlük, askeri diktatörlük, tek parti rejimi, tek parti diktatörlüğü, faşizm vb... Bunlar arasında bazan ayrımcıklar (=nüans), bazan büyük ayrımlar var.
Taze bir örnek: Tunus. 1956’da Fransa’ya karşı verilen antiemperyalist mücadele zafere ulaşıp bağımsızlık elde edildiğinde iktidara gelen ulusal kahraman Habip Burgiba önderliğindeki ülke aydınlarından oluşan yönetici elit bugüne kadar iktidarı elinde tuttu. 1987’de Burgiba kansız bir darbe ile yönetimden uzaklaştırılıp yerine bir kaç gün önce devrilen Zeynel Abidin Bin Ali devlet başkanlığına getirilmesine rağmen iktidarın yapısı esas olarak değişmedi. Bir parlamento var. Dört yılda bir seçim filan da yapılıyor. Ama bağımsızlığını kazandığından beri bu ülkeyi 1956-1987 arasında 31 yıl Habip Burgiba, ondan sonraki 23 yıl da Zeynel Abidin Bin Ali yönetti. Bir demokrasi olmadığı ortada. Ama Tunus’ta 54 yıldır egemen olan rejimin adı faşizm mi?
Oysa bugünlerde haklı bir öfke ve nefretin kolgezdiği Tunus sokaklarında gösteri yapanlar “Faşizm bitti, özgürlük gelecek” pankartları ile yürüyorlar. Ülkede kol gezen kaos (=kargaşa) ortamından demokrasiye geçiş başarılamazsa, bunca yıldar iktidarı elinde tutan seçkinler orduyu yanlarına alıp Tunus’a faşizmin kanlı karanlığını getirirlerse o göstericiler o “yeni rejime” ne ad verecekler?
* * *
Başa dönelim: Öfke, nefret gibi duygusal tepkiler iktidardaki gücü iyiden iyiye kötülemek, onu yerin dibine batırmak için en ağır kavramları kullanma isteğini kabartabilir. Bunu anlayabiliriz. Ama bir rejimi duygularla adlandırmak, o rejim üstüne yapılacak sağlıklı çözümlemelerin (=analizlerin) eksik, sakat hatta yanlışlığına da ebelik edebilir. Bu ise bizi o rejimle mücadele etmekte kullanılacak yöntem ve araçların yanlış seçimine kadar götürebilir. Bu yanlış seçim düşkırıklıklarına, yenilgilere yol açar.
Haziran’da seçim var. Seçim öncesi AKP iktidarının yönelimlerini ve daha da önemlisi onu seçimde birinci parti olmaya götüren etkenleri akıl ve nefretle değil akıl ve bilimle çözümlemek (=analiz etmek) galiba önümüzdeki öncelikli ödev.