Aydın Engin

13 Eylül 2013

Eylüldür… Güzdür… Hüzündür…

- Bir kamyon telleri koparmış bey. Arkadaşlar çalışıyor. Yarın sabaha mutlaka biter…- Teşekkür ederim. Çok çok teşekkür ederim… Adam herhalde "Bu niye bu kadar içten teşekkür ediyor" diye şaşırmıştır. Bilmiyor ki işte bu armağandır.

- Bir kamyon telleri koparmış bey. Arkadaşlar çalışıyor. Yarın sabaha mutlaka biter…

- Teşekkür ederim. Çok çok teşekkür ederim…

Adam herhalde "Bu niye bu kadar içten teşekkür ediyor" diye şaşırmıştır.

Bilmiyor ki işte bu armağandır.

Telefon kesik, internet bağlantısı da öyle…

Dünyada ne olup bittiğini öğrenemeyeceğim. Obama ne demiş; Putin ne cevap vermiş; Tayyip Erdoğan onlara hangi lafı yetiştirmiş?..

Ne bileyim ben ey okur. Telefonum kesik, internet bağlantım yok…

Ne iyi değil mi?

Peki bu yazı T24’e nasıl mı ulaşacak?

Kolay. Benim oğlana telefon edilecek; o, bana bir kere daha cep telefonunu modem olarak kullanarak internete bağlanıp yazı geçmenin yolunu yöntemini anlatacak; ardından “Yalnız internette çok kalma, çok yazar haaa” diye uyaracak; ben de “Yok canım, yazımı geçeceğim o kadar” deyip telefonu kapatacağım…

*    *    *

Ne iyi değil mi?

Kentlerden, ille de İstanbul’dan çok çok uzakta, Marmara’nın göbeğinde, Marmara Adasındasın…

Üstelik bir eylül akşamüstündesin. Gündoğusu incecik, öper gibi esiyor.

Denizde karabataklar ve martılar balık ve karides motorlarının dönüşünü bekliyor. Birazdan motorların üstünde bulut olup kümelenecekler ve dönüş yolunda teknede ayıklanıp denize fırlatılan küçük karidesleri, küçük balıkları kapışacaklar.

Yazlıkçılar okullar açılmadan bir hafta önce gitti. Onlardan geriye yaz için alınmış ve güz gelince acımasızca terkedilmiş kediler ve köpekler kaldı. Onlar ada kedisi ve köpeği değil. Balıkçı motorları yanaşıp halat bağlayınca sabırla bekleyip karın doyurmayı bilmiyorlar ve açlar ve alabildiğine şaşkınlar…

Ada kedileri kış boyu tavşan avlayıp, kış uykusuna yatmış tarla farelerini toprağı eşeleyip avlayarak ve ille de balıkçı motorlarının çevresinde halkalanarak gelecek bahara sağ çıkmayı becerecekler.

Peki bu süs kedi ve köpekçikleri?

Al sana eylül hüznüne ek bir de keder!..

*    *    *

Haydi Aydın Engin, elini tez tut; yazıyı bitir ve vur yokuştan aşağı. Kırk adım sonra kıyıdasın. Güz serinliği başladı ama deniz hala tavında ve deminde.

Atla denize. Dal. Midye çıkar.

Akşam yemeğinde kızgın saçta ağzını açıveren midyeleri bir şişe Avşa şarabı eşliğinde ve acele etmeden ve güzün ve eylülün ve hüznün ve…

Ve evet, şiirin eşliğinde.

Yaptığın doğru. Bu akşama İsmail Uyaroğlu uyar…

Bir de Edip Cansever…

Bir de Cemal Süreya…

Akşam karanlığı iyiden iyiye bastırınca gökyüzüne bak. Kentlerde kimselerin göremediği, burada elini uzatsak tutuverecekmişsin gibi yakınındaki  yıldızlara kadeh kaldır. Çocukluğunda annenin sana öğrettiği yıldız kümelerini ara ve bul: Büyük Ayı, Küçük Ayı… Zühre…

Kutup Yıldızı… Hayır Demirkazık… Hayır Çoban Yıldızı…

- Hepsi aynı yıldızın adı mı anne?

- Evet. Yönünü şaşıran yolcu ona bakar ve kuzeyi bulur. Demek Kutup Yıldızı. Pusula bilmeyen eski zaman denizcisi ona bakar. Bütün yıldızlar döner, söner, doğar, batar. Ama o hep aynı yerden sana gözkırpar. Demek Demirkazık. Çoban köyün yolunu en kolay nasıl bulur? Ona bakar, köyün yönünü kolayca kestirir. Demek Çoban Yıldızı…

*    *    *

Ey kentteki okur, kaldır başını gökyüzüne bak. Uygarlık kentleri ışığa boğdu ve kentler yıldızları görünmez kıldı.

Oysa burada, Marmara Adasında…

Telefonum kesik, internet de yok…

Sadece eylül var, güz var, hüzün var ve şiir var…

Ne iyi değil mi?