Bir kaç gün önce yorum kutusuna Marksizmin güncel sorunlarını tarttışmaya çalıştığım bir Tırmıkla ilgili olarak şöyle bir yorum(!) düşmüştü: “Referandumda evet diyecek olanların sol adına konuşma hakkı yoktur”.
Kendini solculuk zaptiyesi sanan, sol üstüne kimin konuşup kimin konuşamayacağına karar verme yetkisi taşıdığına inanan birinin zırvaları deyip gülüp geçmiştim.
Mail adresime de benzeri zaptiye mailleri yağdı: Sen evet diyeceksin, demek ki solcu değilsin!..
Solcu olmak, solcu sayılmak için başkalarından icazet alma safsatasına karnım tok. O yüzden söylenenleri umursamamıştım.
Gel gör ki şimdi umarı kaçarı kalmadı. Türkiye solunun sosyal demokrat kanadının gelmiş geçmiş en yetkin temsilcisi, dünya sosyal demokrat hareketine teorik ve pratik katkılarıyla uluslararası üne kavuşmuş, Deniz Baykal’ın CHP’yi sürüklediği sağcı, milliyetçi çizgiye her zaman karşı durmuş, Baykal’a karşı hem ideolojik hem politik bağlamda verdiği uzun ve sabırlı bir mücadele sürecinin ardından başına geçtiği CHP’yi şaha kaldırmış olan Kemal Kılıçdaroğlu fetvayı verdi, “Referandumda evet oyu verenin solculuğu tartışılır” buyurdu.
Bu durumda evet oyu vermem imkânsız. Yanlışlık yapıp böyle bir halt yersem benim bunca yıllık solculuğum yandı gitti...
Hayır, her şeye katlanırım buna katlanamam. Kesinlikle evet oyu vermeyeceğim.
* * *
Bu durumda referandumda “hayır” demem gerekiyor sandınız.
O da mümkün değil. Başka solculuk zaptiyelerinden gelen mailler bilgisayarımda duruyor. İleride lâzım olur diye silmiyorum. O maillere göre eğer hayır oyu verirsem benim solculuk bitecek, kemalizmin saflarında yerimi almış olacağım.
Kemalizm dediğin ne?
En özlü anlatımı ile “altı ok”. Ne diyor bu oklar: Cumhuriyetçilik - Milliyetçilik - Halkçılık - Devletçilik - Laiklik – İnkılâpçılık !..
Tamam, elhamdüllillah cumhuriyetçiyim, bir elhamdüllillah daha laik’im. Eh, inkılâpçılık “devrimcilik”in Osmanlıcası olarak kavranıyorsa bir elhamdüllillah da ona... Ama devlet fideliğinde kapitalist yetiştirmekten başka uygulaması olmayan devletçiliği ne yapacağım? Hele hele milliyetçilik (=ulusalcılık) denen düşünsel fukaralığı sindirmek mümkün mü?
Yani ?
Yanisi ben hayır da diyemeyeceğim.
Ne kaldı?
Boykot diyeceksiniz.
Valla o da riskli. “Boykotta karar kıldım” desem, ya referanduma iki gün kala İmralı’dan “Vazgeçtik. Evet diyeceğiz” talimatı geliverirse...
I-ıh, bu riski de göze alamam...
Şu açık: Solculuğumu korumak kararındayım.
Gel gör ki iki (hatta üç) cami arasında kaldım. Ne halt edeceğimi bilemiyorum.
* * *
İşte, bütün açıklığı ile durumumu sizlere anlattım. Söyleyeceğimi söyledim. Yani bu yazı bitti. Ama yerim dolmadı.
Doldurmak için size bir fıkra anlatayım. Bu fıkrayı yukarıda yazdıklarımla ilişkilendirmeye kalkmayın. Ben sadece yer doldurmak için anlatıyorum.
Karısı, Nasrettin Hoca’ya, “Herif git şu kızlarımızın halini, hatırını bir sor; nicedirler bir bak” demiş.
Hoca başka köylere gelin verdiği kızlarını ziyarete gitmiş. Büyük kızın halini hatırını sormuş. Kız, “Valla babacığım iyiyim çok şükür. Kocam da iyi adam. Bu yıl kerpiç döktü, güneşe serdi. Kuruyunca satıp üç beş kuruş kazanacak. Bana fistan alacağına söz verdi. Amaaa... Eğer yağmur yağarsa yandık. Öfkesini benden çıkarır, anamı beller” demiş.
Hoca ardından küçük kızı ziyaret etmiş. O da “İyiyim babacığım. Kocam da beni pek seviyor. Bu yıl yonca ekti. Yoncalar büyüyünce biçip hayvan sahiplerine satacak. Yancoları satıh para kazanınca bana fistan bile alacak. Ama havalar kurak gider de yoncalar kurursa, işte o zaman yandık. Acısını benden çıkarır, anamı beller” demiş.
Hoca evine dönmüş. Karısı kızların halini sormuş.
Hoca, “Valla avrat, demiş, kızlar iyi. Yalnız senin halin pek parlak değil. Bu yıl yağmur yağsa da, yağmasa da damatlardan biri seni belleyecek...
* * *
Oh be !..
Boş kalan yeri de doldurdum, bugünü de kazasız belasız atlattım...