Kitabın adı: Kırk Katır Kırk Satır. İki cilt. Büyük boy. Mesela Türkçe Sözlük boyutunda. Ciltlerden biri tastamam tuğla kalınlığında, öteki de tuğla ama biraz(cık) incesi.
Önerim: Bu iki ciltlik kitabı mutlaka alın. Korkmayın, mutlaka alın dediysem mutlaka okuyun demedim. Ama kitaplığınızda süs olsun diye raflardan birine de yerleştirmeyin. Elinizin altında, başınızın ucunda dursunlar. Bugün ve gelecek günlerde, aylarda ve hatta yıllarda çok ihtiyacınız olacak ve ihtiyacınızı iyi karşılayacak. Tabii “Ergenekon” olayını iyi anlamak, Ergenekon’a giden süreci hatırlamak, hatta öğrenmek, karman çorman bilgileri düzene sokmak, haber sağanağı ve sık sık da haber kirliği altında bunalmamak istiyorsanız...
Kitap iki gazetecinin, Ertuğrul Mavioğlu ve Ahmet Şık’ın emeklerinin, göznurlarının ve biraz da “çılgınlıklarının” ürünü. İkisi de medyanın en tepelerindeki “prensler”den değil. Hiç olmadılar ve -ikisini de tanırım- olmayacaklar da. (Laf aramızda: Olamayacaklar da...)
Onlar haberci. İkisini de tanıdığımdan bu yana (ki 20 yıla yakındır) haberle yattılar, haberle kalktılar.
Bu son cümle bir üst paragraftaki “emeklerinin, göznurlarının” nitelemesini açıklar. Peki “çılgınlıklarının” sözcüğüne ne diyeceğiz?
Uzağa gitmeyin, bir yıldan bu yana okuduğunuz ya da gözattığınız bazı haberleri hatırlayın. Mesela 1. Ergenekon İddianamesini. Hatırladınız mı, hani gazetelerde “Ekleriyle birlikte 6.000 (yazıyla: Altı bin) sayfayı bulan iddianamede...” diye geçen haberleri... Durun daha bitmedi, sayısını şaşırdığımız ve her biri bir öncekinden daha kalın olan öteki Ergenekon iddinamelerini. Sonra Sarıkız, Ayışığı, Balyoz, Kafes, İrtica İle Mücadele Raporu, Lobi başlıklı, hani her biri ekleriyle birlikte (eğer binlerce değilse) yüzlerce sayfa tutan dosyaları...
Durun, daha bitmedi. Bir dönem gündemin başköşesinme oturan Şemdinli İddianamesini... Biraz daha geriye gidin, Türkiye yakın tarihinde sahici bir kırılma noktasına işaret eden o ünlü “Kamyon – Mercedes çarpışmasından” sonra ortalığa saçılanları derleyip toparlayan Susurluk iddianamesini de hatırlayın. Hani tuğla değil kerpiç kalınlığına ulaşmış ama sonunda fare bile doğuramamış o dağ gibi iddianameyi. Sonra Kutlu Savaş’ın bazı bölümleri “devlet sırrı” oılduğu için yayınlanmamış “Susurluk Raporunu” hatırlayın. (Unutmadan: Kitapta o “devlet sırrı” sayfalar da yer alıyor)
Bu iddianamelerde, dosyalarda, raporlarda, belgelerde geçen yüzlerce ve yüzlerce kişiyi, olayı, adı, ilişkiyi, bağlantıyı hatırlayın...
Peki, bütün bunları tek tek elden geçirip, süzüp, ayıklayıp, düzenleyip, sınıflandırıp, değerlendirip, yorumlayıp ortaya tuğla gibi iki ciltlik bir kitap çıkaran bu iki habercinin yaptıklarına “çılgınlık” denmezse ne denir?
* * *
Kırk Katır Kırk Satır iki ciltlik bir başvuru kitabı. Başvurunca da aradığınız cevabı veren bir kitap
Birinci cilt “Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” üst başlığını taşıyor. Yani kitap kendine başlangıç olarak 3 Kasım 1996’yı almış. Hani Susurluk’ta kamyonla Mercedes’in çarpıştığı kazayı ve sonrasını... Bu isabetli bir seçim. Şemdinli olayını, JİTEM gerçeğini ve ille de Ergenekon’u ancak Susurluk olayını kerteriz ya da başlangıç noktası olarak alarak anlamak mümkün. Yoksa “münferit vakalar” anaforunda kaybolup gitmek işten bile değil.
İkinci cilde ise “Ergenekon’da Kim Kimdir” üst başlığı uygun görülmüş. Bu da isabetli. En belleği güçlü okurların bile ipin ucunu kaçırdığı, kimin kim olduğunu, daha önce ne gibi marifetler gösterdiğini bilmesinin; “Kim şimdi nerede” ve “Kim ne ile suçlanıyor” sorularını cevaplamasının olanaksızlaştığı bir aşamadayız ve Ergenekon olgusunu sahiden merak edenler, kafalarındaki yargıları ve bilgi tortularını düzene sokabilmek için bu kılavuza sahiden muhtaçlar...
* * *
Yukarıdaki paragrafları okuyanlar bir şekilde elde edilmiş belge, dosya ve raporların ardarda sıralandığı, şu ünlü “kes yapıştır” yöntemi ile sözüm ona araştırmacı gazetecilik yapılmış bir kitapla karşı karşıya oldukları ya da olacakları kuşkusuna kapılabilirler.
Ama ne Mavioğlu ne Şık “tembel haberciler” sınıfından değiller. Buna tanıklık ederim. İkisiyle de uzun yıllar birlikte çalıştım. Tanıklığım somut gözlemlere dayanıyor...
Yazarlar taradıkları belgeleri, raporları, iddianameleri tek tek ve satır satır elden geçirmişler ve bize okuma lezzeti yaratan bir üslupla aktarıyorlar.
Yaptıklarına “çılgınlık” demem biraz da bu yüzden...
* * *
Çok mu övdüm? Hiç mi kusur yok bu kitapta?
Var.
Bir kere her iki ciltte bir “dizin” bölümü bulunmaması, okurun kimi ya da hangi olayı hangi sayfa(lar)da bulacağını çok kolaylaştıracak böyle bir olanak sunmaması kitabın bence en önemli kusuru. İkinci baskı yapınca (yapacağından hemen hemen eminim) bu kusurun giderileceğini umalım ve çaktırmadan yayınevi editörünü de uyarmış olalım.
Bir de yazarlar birinci cilde 18 sayfalık bir “giriş bölümü” koymuşlar. Burada okura kitabın bütünü (iki cildi) üstüne bir görüş açısı vermek istedikleri belli. Bu uzun ve çok değerli hatırlatmalar içeren girişte, objektif olmakla tarafsız olmak arasındaki o ince çizgi yer yer (çok az, ama yine de yer yer) aşılıyor; yazarlar tarafsız olmak isterken taraf olmuş izlenimi yaratıyorlar. Adeta “Yesinler birbirlerini” çizgisine kayıyorlar.
Ama bu sadece bir güzellik kusuru.
Şimdi dönün bu yazının başına. Yani:
Bu iki ciltlik kitabı mutlaka alın. Korkmayın, mutlaka alın dediysem mutlaka okuyun demedim. Ama kitaplığınızda süs olsun diye raflardarn birine de yerleştirmeyin. Elinizin altında, başınızın ucunda dursunlar. Bugün ve gelecek günlerde, aylarda ve hatta yıllarda çok ihtiyacınız olacak ve ihtiyacınızı iyi karşlıyacak.