Yazı saati geldi geçiyor.
Önce kendimi grip olduğuma inandırmaya çalıştım.
Olmadı. Çünkü grip filan değilim.
“Yorgunum diye bir mazeret kıvırsam” aşamasına geçtim. “Geçen haftanın tümünde Hrant Haftası ile uğraştık, çok yorulduk” filan desem…
Demesem daha iyi. Çünkü doğru değil. Kendilerini “Hrant’ın arkadaşları” diye adlandıran genç arkadaşlarım sahiden tüm hafta geceyi gündüze katarak uğraştılar. Bense aramızdaki e-mail trafiğini izleyip, arada bir ukalalık, arada bir de sululuk yapmakla yetindim.
Pazar günü Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin bir ilçede daha kuruluş hazırlığına omuz vermek üzere gittim geldim. Ama yorulmak ne söz adeta dinlenip de geldim.
Eeee ?
E’si bugün Tırmık yazmayınca sizlerin hoş görmenizi sağlayacak hiç bir mazeretim yok.
İşi cıvık bir duygusallığa vurup “Ben yeni sürülmüş, üstüne sağanak yağmur yemiş bir tarlada yalınayak yürümek istiyorum” gibi ya da “Marmara Adasında kıyıya inip denizde taş sektirmece oynamak istiyorum” gibi gerekçelere de sığınamam. Karakışın ortasında ne tarlası, ne kıyısı?..
O zaman dürüstçe yazıyorum: Bugün içimden yazı yazmak, hele hele siyasetin labirentlerinde dolanmak gelmiyor.
Yarından sonra düzelirim. Ama bugün böyle...
“Anlayışınız için teşekkürler” diye işi pişkinliğe vurup televizyonda bir bilim kurgu filmi filan bulup seyredeceğim.
Bulamazsam vurur kafayı uyurum.
Anlayışınız için teşekkürler...