Sanırım çoğunuz gibi ben de TV başına çöktüm ve başından sonuna Diyarbakır’dan yapılan canlı yayını kanaldan kanala zıplayarak seyrettim.
Eğer spor salonundaki toplu nikahın ardından salon boşalıp, canlı yayınlar da canlı yorumlara dönüştüğünde yazıya otursaydım, gülerek, acıyarak, öfkelenerek ve burnumdan soluyarak ekranda gördüklerim üstüne yazacaktım.
Meselâ ısrarla “Bu seçim propagandası değildir” diyenlere inat Erdoğan’ın uzuuuuun konuşmasının bal gibi seçim propagandası olduğunun altını çizecektim. O uzuuuun seçim konuşmasının arasına serpiştirilmiş birkaç önemli noktayı bir başka yazıya bırakacaktım.
Meselâ Emine Erdoğan’ı uzaylı kılığına sokmuş moda tasarımcısının adını öğrenmek istediğimi söyleyecektim.
Meselâ yine Emine Erdoğan’ın Şiwan Perwer ile İbrahim Tatlıses’in miting meydanında yaptıkları Daya Megri düetinde neden ağladığını sorgulayacak; “Bu kadar başarısız, uyumsuz ön düet’in sefaletine mi ağladı acep” diye soracaktım…
Meselâ Barzani’nin çevirmeninin Türkçesini mitingden önce biri akıl edip de kontrol etmedi mi acaba, diye soracaktım.
Meselâ spor salonundaki toplu nikahta sahnedeki mostralık üç gelin – üç damada ek olarak tribünlerdeki 397 gelin ve damada toplu olarak “Eveeeeet” dedirttikleri nikah “Yasalara göre geçerli midir, değil midir” diye ortaya hınzır bir soru atacaktım.
Meselâ anlaşılan sağlık durumu elvermediği için söyleyemeyen Tatlıses ile türkü söylemek yerine iyi niyetli ama kırık dökük cümlelerle nutuk atmayı yeğleyen Şiwan’a “Sen türkü söyle yeğenim. Çok iyi söylersin, biliyorum. Nutuk atma yeğenim, çok kötü söylüyorsun, görüyorum” diye sataşacaktım…
Meselâ birlikte türkü söyleyecek duo’yu birden araya karışıp trio’ya dönüştüren eli mikrofonlu adamcağızın nereden çıktığını ve neden üçüncü türkücü olarak boy gösterdiğini soracaktım…
Meselâ halaybaşının elinde mendil, poşi filan salladığını çok gördüğümü söyleyecek; ama cebinden güç bela bulup çıkardığı bayrağı sallayarak halaybaşı rolünü üstleniveren o kravatlı, laci takım elbiseli zatın nereden çıktığını bilen var mı filan diyecektim…
Yazıyı da şöyle bitirecektim:
Diyarbakır sahiden tarihi bir gün yaşadı. Ancak günün siyasal önemi başından sonuna ilkokul müsameresinden farksız yürüyen program yüzünden epey gölgelendi…
Ama yazıya TV’yi kapattıktan saatler sonra oturdum ve yukarıdaki “Meselâ” ile başlayan paragrafları yazmaktan vazgeçtim…
* * *
Gelin “Dün Diyarbakır’da ne oldu” sorusuna ayrıntılardan arınmış, kof ajitasyon cümlelerinden uzak yanıtlar arayalım.
Türkiye’deki Kürt siyasal hareketlerinde PKK/BDP çizgisine uzak duran ya da tamamen karşı olan kişiler ve gruplar AKP’ye yakın sözcülerle, yorumcularla hemen hemen ağız birliği ettiler ve dün Diyarbakır’da barışın kazandığını, çözüm sürecinin ise önünün daha da açıldığını vurguladılar.
PKK/BDP çizgisinin sözcüleri ya da o çizgiye yakın duranlar ise Barzani’ye karşı mesafeli ama düşmanca olmayan, hatta mümkün olduğu kadar nazik bir tavır benimsediler. Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Osman Baydemir gibi ünlü Kürt siyasetçilerinin havaalanında Başbakanı karşılamaya gitmeleri, Büyükşehir belediyesindeki ziyaret sırasında gerilimi düşürecek bir sohbet düzenini yeğlemeleri bu tutumun somutlandığı örnekler…
Şimdi soralım: Kürtler, aylardır gencecik yurttaşların tabut içinde evlerine dönmedikleri, silahların sustuğu, kanın durduğu bu barış sürecini kime borçlu olduklarını düşünüyorlar?
Erdoğan’a mı, Öcalan’a mı ?
Algı, yaygın algı nedir?
Ben cevabın Erdoğan’ın barış sürecine ilişkin adımlarının değil, geçtiğimiz Newroz’da Diyarbakır’da okunan o ünlü mesaj olduğu kanısındayım: “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun”…
* * *
Bu pilav daha çok su kaldırır, bu konu da daha çok yazı kaldırır. Yazılacak da…
Ama miting çok kalabalıktı; Diyarbakırlılar çok mutluydu gibi kişisel gözlemlere dayalı değerlendirmeleri bir yana bırakalım.
Dün Diyarbakır’da PKK/BDP ile barış görüşmeleri yürüten Erdoğan, Barzani desteğini yanına alıp İmralı’ya ve Kandil’e karşı elini güçlendirme manevrası yaptı.
Barzani de bütün Kürtlerin lideri olma iddiasına ve PKK/BDP çizgisi ile arasındaki ciddi ve önemli ayrımlar taşıyan kendi yol haritasına Erdoğan desteği sağlama hesabındaydı.
Yani Erdoğan ve Barzani dün Diyarbakır’da “kazan-kazan” hedefli bir siyasal gösteri yaptılar.
İkisi de bundan kazançlı çıkar mı, çıkacak mı bilemiyorum. Kimsenin bildiğini de sanmıyorum. Göreceğiz.
Ancak, Irak Kürdistanı’nda bir Kürt ulus devleti inşa etme çabasındaki Barzani’nin yol haritası ile dört ülkeye pölünmüş Kürtleri, dört ülkenin sınırlarını değiştirmeksizin bir demokratik konfederasyon çatısı altında ilişkilendirmek isteyen Öcalan’ın yol haritası birbiriyle bir yerlerde kesişebilecek yolları göstermiyor.
Sanırım bundan sonrasında İmralı’yı ziyaret edecek ilk BDP heyetinin dönüşte aktaracağı mesajlar belirleyici olacak.