Aydın Engin

06 Aralık 2013

Demokrasi var, demokrasi var…

Fişleme tartışmalarının göklere çıktığı, ekranları kapladığı şu günlerde anı aktararak yazı günümü savuşturmak istedim.

Bir anı:

80’li yılların tümünü kaplayan siyasal göçmenlik yıllarımda, Almanya’da devlet nüfus sayımı yapmaya karar verdi.

O yılların Türkiye’sinden getirdiğim alışkanlıklarla “Demek bir Pazar günü bütün ülkede sokağa çıkma yasağı uygulanacak; nüfus sayım görevlileri kapı kapı dolaşacak; ellerindeki soru kağıdını dolduracak ve gidecekler” diye düşündüm.

Alman arkadaşım “Kafayı mı üşüttün sen” dercesine yüzüme baktı. Meğer posta ile soru formları yollanacak, yurttaşlar da doldurup geri yollayacaklarmış.

Yolladılar da.

Ben de “Vay be gelişmiş demokrasi böyle oluyormuş” deyip formları doldurmaya başladım. Bitirmeden sorun patlak verdi. Ülkenin Yeşil’inden Kızıl’ına, sahici sosyal demokratından anarşist bloklarına kadar yurttaşlar (Bir daha: Yurttaşlar) ayağa kalktı. Benim gibi hâlâ Türkiye alışkanlıklarını taşıyan, hâlâ Türkiye’deki demokrasinin sınırlarını bilen biri için şaşırtıcı bir slogan da atıldı ortaya:

- Biz koyun muyuz ki sayılalım?

Ben olanca demokratik bönlüğümle “Yav ne var bunda” diye olup biteni anlamaya çabalarken açıklamalar ardı ardına geldi.

Yurtaşlar formlarındaki soruların pek çoğuna (tümüne değil ama pek çoğuna) itiraz ediyorlardı:

Alışıldık soruların yanı sıra bir dizi “Evinizde yıllık elektrik tüketimi kaç paradır ve kaç watt’tır?.. Kiranız ne kadardır ve gelirinizim yüzde kaçını oluşturmaktadır?..  Evinizde kaç kişi yaşıyor ve kaçı ev giderlerine, yüzde kaçla katılıyor?.. Ana diliniz Almanca mı?.. Arabanız varsa aylık yakıt gideriniz ne kadardır?.. Evinizde aynı soyadını taşımayan kaç kişi yaşıyor” gibi sorular…

İtiraz ise pek kısaydı:

Benim özel hayatıma ilişkin bu soruları devletle paylaşmayı reddediyorum.

Devlet katından gelen “Ama böyle yapmayın; valla kötü niyet yok. Ekonomiyi daha iyi planlamak için bu bilgilere ihtiyaç var” gibi açıklamalar kimseyi tatmin etmedi ve…

…Ve nüfus sayımı iptal edildi… Bir daha da yapılmadı.

*    *    *

Bir anı daha:

Siyasal göçmenlik bitti. Önce Türkiye’ye, ardından Cumhuriyet’te mesleğe döndüm. Daha ilk aylardaydı.  İlhan Selçuk, o bildik çelebi gülüşüyle bir pusula gösterdi. Gazetedeki onun posta kutusuna elle yazılmış, el kadar bir pusula bırakılmıştı. Üstünde dört kelime: “Telefon konuşmalarınıza dikkat edin”. İmza: Bir dost…

O dalgasını geçti: “Şu dosttaki ferasete bak. Sanki ben telefonlarımın dinlendiğini bilmiyorum...”

On iki yıl aralıksız yurtdışında yaşarsan yurttaşlık reflekslerin zayıflar. “Ama abi telefonların dinlenmesi suç değil mi” diye saf saf sordum.

Pusulayı bana uzattı:

- Al şu pusulayı. Sen memleketten çok uzak kaldın; unutmuşun. Bu pusulanın sana yazıldığını farzet e mi?

Böylece “memlekete” alışmam hızlandı. Kısa sürede de yıllar öncesine döndü.

Yıllar hızla geçti ve her geçen yıl “yurttaşlık reflekslerimin” güçlenmesine yaradı.

Hrant öldürüldü. Ardından valilik buyruğu ile polis korumasına alındım ve “yakın” değil “yapışık” koruma ile yaşamaya başladım.

Düzenlenmesinde katkılı olduğum bir protesto eylemi sırasında, yürüyüş izni ile ilgili olarak epey yüksek rütbeli bir polis şefi ile ayaküstü sohbet ettik. Adam durup dururken sordu:

- Engin bey, sizi tanıyoruz. Hrant Dink’in cenazesi kaldırılacak, ortada görünen sizsiniz; Baskın Oran kampanyası oluyor, size gelip soruyorlar, siz de şöyle yapın, böyle yapın diye talimat veriyorsunuz; televizyonlara çıkıyor bana göre epey sert laflar ediyorsunuz; Ahmet Şık tutuklanıyor, yayınlanmamış kitabı bilgisayarlar belleğinde de yasaklanıyor, siz ekrana çıkıp “Kitap bende var. Buyursunlar gelip alsınlar” diyorsunuz; kitap internete iniyor, parmaklar sizi işaret ediyor… Yani çok işe bulaşıyor, çok şeye maydanoz oluyorsunuz. Çekinmiyor musunuz, başınıza bir şeyler gelebileceği aklınıza gelmiyor mu?

Gülüp omuz silktim:

- Bakın atladığınız bir nokta var. Ben ne yapıyorsam açık açık yapıyorum. Hiçbir gizli işe karışmıyorum. Bana gelip “Aramızda kalsın, sana bir şey söyleyeceğimi” diyenlere bile “Söyleme. Aramızda kalmaz” diyorum. Kendimi her işimi çırılçıplak yaparak koruyorum

Polis şefi gülümsedi, sonra kafasını kaşıdı:

- Yav Engin bey, sen bizim ekmeğimizle oynuyorsun. Bize senle ilgili iş bırakmıyorsun desene…

*    *    *

İki kişisel anı aktardım. Yazı da burada bitti.

Fişleme tartışmalarının göklere çıktığı, ekranları kapladığı şu günlerde anı aktararak yazı günümü savuşturmak istedim.

Şimdi isterseniz bu yazının başlığına bir daha bakın…