06 Eylül 2011
Dağda Savaş – Ovada Siyaset
Dün sabah önemli bir gazetenin yazıişleri toplantısında ortaya bir soru atıldı...
Dün sabah önemli bir gazetenin yazıişleri toplantısında ortaya bir soru atıldı:
- Manşeti İsrail ve Türkiye ilişkilerindeki tehlikeli tırmanış üstüne mi kuralım, BDP’nin yemin edip Meclis’e girmekten vazgeçmesi üzerine mi?
Soru –bence- daha incelikli düzenlenebilirdi ama yine de doğru bir soruydu. Tartışıldı ve bir sonuca varılamadı. Her zamanki çözüm benimsendi:
- Günün gelişmelerini izleyelim ve ondan sonra karar verelim...
Bu Tırmık yazılırken o kağıda basılı gazete henüz yayınlanmadı. Ne cevap verildiğini görmek için bu sabahı beklemek gerekecek.
Ama bir meslek alışkanlığı ile aynı soruyu kendime sordum ve “Günün gelişmelerini bekleme”ye gerek duymadan çabucak karar verdim. BDP Kongresinin kararları daha önemli!
Tamam, İsrail’e yöneltilen beş maddelik yaptırım paketinin 3. maddesi “Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi (gidiş geliş güvenliği) için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacak” diyor. Bu diplomatik anlatımı çözmek zor değil. Gazze’ye yardım götüren sivil gemilere Türkiye’nin savaş gemileri eşlik edecek ve İsrail donanmasının yardım gemisini engelemesi halinde orada sular, ısınmak ne söz, kaynamaya başlayacak.
Zaten barut fıçısından beter Ortadoğu’da böylesi bir “yaptırım” elbette sorunu bölgesel bir savaşa dönüşecek bir çatışmaya ebelik edebilir.
Ama yine de benim manşetim İsrail değil, BDP Kongresi olurdu.
Çünkü İsrail ilişkilerinde henüz son söz söylenmedi, son adım atılmadı. Üstelik şaşkın AKP diplomasisinin bir yandan yaptırımlar diye kostaklanırken, bir yandan da temel hedeflerinden biri İsrail’i korumak olan füze kalkanı projesine katılması, dahası kalkanın Türkiye’ye (Hem de Diyarbakır’a) yerleşmesini kabul etmesi bu pilavın daha epey su kaldıracağını gösteriyor.
Oysa BDP konresinde alınan kararlar, önerilen çözüm koşulları ve kesin bir dille söylenmese bile delege çoğunluğunun benimsediği anlaşılan Meclis’e dönmeme kararının sonuçları çok gecikmeyecek.
Meclis’in açılmasına şunun şurasında 24 gün kaldı.
Türkiye’de Kürtlerin sayısı üstüne ciddiye alınır kaynaklar (Mesela Tarhan Erdem, 20 Ağustos 2009 – Radikal) 13 milyon yurttaşımızın Kürt olduğunda birleşiyor. Yani 1 Ekim günü açılacak Meclis’te 13 milyon yurttaşımızın büyük kesimini temsil eden BDP Meclis’te olmayacak. Yüzde 10 barajı ile zaten temsil gücü tartışmalı olan Meclis bir de 36 milletvekili eksiği ile elbette yara alacaktır. Dünya kamuoyunda meşruiyeti bile tartışılacaktır.
Görünen o ki BDP bunu tercih ediyor. Gerçi “Meclis’e girmesek bile siyaset yapmaya devam edeceğiz”i vurguyla yineliyorlar ve örneğin yeni Anayasa sürecine katılacaklarını belirtiyorlar.
Ama yine de...
İstense de istenmese de “Ovada siyaset” tercihi “Dağda savaş” tercihinin gölgesinde kalacak. Nitekim BDP kongresi toplantı halindeyken önce bir teğmen ve bir uzman çavuşun pusuda öldürülmesi, ardından Tunceli’de futbol oynayan polis memurlarına yönelen ölümcül saldırı bunun kanıtı. İnsanlar dün BDP Kongresinde alınan kararları, önerilen çözümleri tartışmadılar; yukarıda değindiğim saldırıları konuştular.
Peki Meclis’dte yemin edilmese bile “Hem ovada siyaset, hem dağda savaş” gibi bir formül mümkün müdür? Bunun bir sonuç getirmesi olanaklı mıdır?
Bence hayır! AKP’nin başının en nobran söylemlerle karşımıza çıktığı, açılım yerine “kaçılın” çizgisinin egemen olacağını durup dinlenmeksizin ilan ettiği gözönüne alınırsa önümüzdeki günlerde siyaseti değil tırmanan şiddeti ve yaygınlaşabilecek bir savaşı konuşacağız.
O yüzden, tehlike bu kadar yakın ve büyük olduğu için benim “manşetim” BDP Kongresi ve olası sonuçlarıydı.
Yanıldığımı sanmıyorum.