Aydın Engin

15 Ekim 2010

Cepten Yersen, Ne Kadar Yersin?

Ekonomi uleması ne der bilemiyorum. Benim –olanca bilgisizliğime rağmen- görebildiğim Türkiye uluslararası tefecilik...

Dün “Kriz teğet geçti tartışmasında Başbakan haklı çıktı” dedik. Sahiden de büyük bir çöküş, onun ardından da büyük bir altüstlük yaşanmadı.
Peki bu nasıl mümkün oldu?
Vedat Özdan’ın yazı dizisinde neredeyse tek tek saydığı krizden etkilenmeyen, az etkilenen, teğet geçen ülkeler liginde Türkiye’nin de yer alması nasıl açıklanmalı?
Ekonomi uleması ne der bilemiyorum. Benim –olanca bilgisizliğime rağmen- görebildiğim Türkiye uluslararası tefecilik piyasasına (saygın bankalardan, ünlü finans fonlarından söz ediyorum)  başka ülkelerde elde edebileceklerinden daha fazla faiz vererek ülkeye döviz çekti. Özelleştirmeden elde edilen gelirleri de günübirlik ihtiyaçlar için kullandı. Böylece teğet geçmek mümkün oldu.
Yani Türkiye büyük ölçüde cepten yedi. 
Özelleştirme gelirleri yeni istihdam yaratacak alanların finansmanında, verimli yatırımlarda kullanılmadı. Yüksek faizin yüzü suyu hürmetine ülkeye akan döviz ise kalıcı değil. Ona güvenip paraları istihdam yaratacak yatırımlarda kullanamazsınız. Herifler daha yüksek faiz veren bir ülke buldukları an ya da Türkiye ekonomisinde yakın geleceğinde bazı tehlike, risk işaretleri gördükleri an paralarını apar topar toplayıp tüyerler. “Ver paramı ben gidiyorum” dediklerinde, “Valla kardeş biz onu yatırımlarımızda kullandık. Bekle o yatırımlar işlemeye, kâr getirmeye başlasın, valla o zaman ödeyeceğiz” diyemezsiniz. Dersiniz hır çıkar. Yaptırımlar başlar, günlük yaşamı sürdürmek  için zorunlu malları (petrol, doğal gaz, makina vb.) tedarik edemez, tedarik edecek dövizi bulamaz hale gelirsiniz.
Yaşı tutanlar Ecevit’in iktidarda olduğu 1978 kışını, Demirel’in “50 Cent’e muhtacız” itirafını hatırlasın. Daha genç olanlar 2000 Aralık – 2001 Şubat’taki “ikiz krizleri” hatırlasınlar...
Yani anladığım, bilebildiğim kadarıyla “bizim teğet” ile teğet geçmiş başka ülkelerin “teğetleri” bir ve aynı değil.
Bu ve dünkü Tırmık’ı yazma vesilesi Vedat Özdan arkadaşımızın, küresel denen krizi analiz ettiği yazı dizisinde bol bol ipucu vardı.
O dizi de altı çok kalın çizilerek “Emtia zengini ülkeler”den söz ediliyor ve neredeyse tümü tek tek sayılıyordu.
Emtia “meta” sözcüğünün çoğulu. Mallar demek. Ama tüketmek için değil, satmak için üretilen mallar. Yani annemizin akşam sofraya getirmek için hazırladığı börek değil, börekçi fırınında hazırlanan börekler gibi. Yani kurban bayramında elde ettiği koyun derisinden kendine çarık yapan köylünün ürettiği değil; ayakkabı fabrikasında üretilen ayakkabılar gibi...
Emtia zengini olmak ne demektir?

Ya yerin altında satabileceğin zengin kaynakların vardır: Petrol, doğal gaz, madenler gibi; ya yerin üstünde, yetiştirip satabileceğin zengin, geniş ve rekabet gücü olan tarım ürünlerine sahipsindir: Tahıl, meyve, sebze, et, süt, peynir, yumurta gibi; ya hammadde satın alıp (ithalat) bunları fabrikalarında işleyip dünya pazarlarına sürebileceğin ucuzlukta ve kalitede sanayi üretme gücün, olanağın vardır; ya bu işleri daha yoksul ülkelerin sırtına yıkıp onlara bilgi, yöntem, yordam satabileceğin teknolojik üstünlüğün vardır.
Dünyayı sarsan, bankalar batıran, kimi ülkeleri çok derinden etkileyen, bizlerin de yüreğini ağzına getiren 2009-2010 krizi nereden çıktı?
Vedat Özdan şöyle yazdı: “ABD’de finansal kuruluşların kolay yoldan çok fazla para kazanmak için çok fazla borç alarak riskli işlemler yapmaları ve riskli işlemlere aracılık etmelerinden çıktı. Nitekim kriz ABD’de halen önemli ölçüde devam ediyor.”
Yukarıdaki paragrafın daha yalın anlatımı bence “Kriz finans kaynaklarının üretime değil, para ile para kazandıracak finans cambazlıklarına yönelmesinden patladı”dan ibaret.
Türkiye bu büyük finans oyununda (dolandırıcılığında da denebilir) rol almadı Çünkü alamazdı. O kadar mali kaynağı, o kadar gücü yok.
Ama krizden etkilenmemesi de mümkün değil. Çünkü 1980 öncesinin büyük ölçüde içine kapalı ekonomisini terkedip dünyaya açılalı çok oldu. 
Ama Türkiye emtia zengini de değil. Petrolü yok, doğal gazı yok, bor madenlerini  işleyip satabileceği yüksek teknolojili sanayii yok, başka da “kurtarıcı boyutlarda” madeni yok. Su zengini değil. Dahası hayvancılığı yıllar önce bitirerek eti ancak ithalatla karşılayabiliyor. Şimdiler de süt de sıraya girdi. Tahıl keza. Tekstildeki altın çağ özellikle Çin rekabeti karşısında her gün bir adım daha gerilemekte. Makina ihraç edecek sanayii yok. Bilgi satıp gelir elde edebileceği teknolojik birikimi yok.
Ne kaldı?
Bence ekonomiyi yürütebilmek için uluslararasıa tefecilerden yüksek faizle para almak ve özelliştirme gelirlerine yaslanmak dışında bir seçenek yok.
Türkiye de öyle yaptı ve yapıyor zaten.
Yani cepten yiyor.
AKP değil de başka bir iktidar olsa idi durum değişir miydi?
Şu anda iktidara talip olan partilere bakınca duraksamadan “değişmezdi” demek gerçekçi olur.
*    *    *
Not: Bu çetrefil ve çapraşık bir konuyu ele alan yazı yanlışsa ona bakıp benim ekonomi bilgisizliğimi eleştirmek marifet değil. Marifet “Yanılıyorsunuz çünkü...” diye başlayan ve beni (Dikkat: Çok fazla “ben” var) ikna edecek bir açıklama döktürmektir. 
Buna soyunanlara kolay gelsin...