Aydın Engin

21 Şubat 2014

Bir sabah kapınız çalınırsa…

Görünen o ki AKP – Cemaat savaşı, siyasal islamın iki güçlü kanadı arasında patlayan, patlayıp bitmek bir yana gitgide tırmanan ve besbelli ki bugün karşılıklı atıhp tutmalara, karşılıklı “tape” açıklamalarına “Bunlar da bir şey mi” dedirtecek düzeylere tırmanacak.

Görünen o ki AKP – Cemaat savaşı, siyasal islamın iki güçlü kanadı arasında patlayan, patlayıp bitmek bir yana gitgide tırmanan ve  besbelli ki bugün karşılıklı atıhp tutmalara, karşılıklı “tape” açıklamalarına “Bunlar da bir şey mi” dedirtecek düzeylere tırmanacak.

AKP’ye de, Cemaat’a da ideolojik ya da siyasal hiçbir yakınlık duymayan, kesimler bu gitgide sertleşen ve bugünden tahmin edilemeyecek bir düzeye sıçrayacak çatışmada tribünde oturup olup biteni izlemekle yetinebilirler mi?

Biliyorum, “Bize ne…Yesinler birbirlerini. Hem böylece müslümanlar çalmaz çırpmaz, siyasal olarak ahlâk dışı yöntemlere başvurmaz iddiasının da boş bir laf, bir palavra olduğu ortaya çıkıyor. Fena mı ?  diyenler var.

Dahası “Oh, AKP’yi yıpratıyor; ipliğini pazara çıkarıyor. Zerre kadar yakınlığım yok ama, yine de Cemaat’ın yaptıkları yararlı. Ahlâken yanlış bile olsa siyaseten faydalı” deyip açık ya da üstü örtük Cemaat’tan yana saf tutanlar var.

Dahanın da dahası, “Cemaatla kavgasında kendi cephesini genişletmek, gücünü payandalamak için AKP topluca Ergenekoncular diyebileceğimiz darbe sabıkalılarının tümünü serbest bırakacak yeniden yargılama ollarını açma hesabında. Öyleyse bu kavgada AKP’yi desteklemek ulusal çıkarlara uygundur” diyenler de var. Ulusalcı diye nitelenen medyada bu tutumun bir çok ipucu. izi var. Dikkatli bakan bir göz 17 Aralık sonrasında kısa süren bir bocalamanın ardından saldırı oklarını Cemaat’a yöneltip, AKP’ye mümkün olduğunca dokunmama çabasını görür.

Yani Cemaat – AKP kapışmasını kendilerinin dışında sürüp giden bir kavga gibi görenler var…

*    *    *

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil.

Kimilerinin nedense Erdoğan’a karşı umutlar beslediği “Erdoğan’ın dava arkadaşı” Abdullah Gül’ün onayıyla İnternet Yasası yürürlüğe girdi.

Kişisel iletişime, sakıncalı(!) internet sitelerine erişime AKP Hükümetinin memuru TİB Başkanının koyacağı engelleri internet çocukları fazla da zorlanmadan aşacaklar. Buna kuşkum yok.

Ancak internet yasası sadece kişisel iletişim ve erişimi Hükümet kontrolüne almaktan ibaret değil. Kamu kurumlarında ve medyada Hükümetin memuru (Malum her memurun bir amiri vardır ve memur amirine uymak zorundadır)  TİB Başkanının alacağı talimatlar çerçevesinde uygulayacağı  engellerin aşılması ilk dört saat için mümkün değil, sonrası ise hantal yargının insafına kalıyor.  Keza aynı memur kamu kurumlarındaki kişisel bilgilerimize gereğinde AKP Hükümetince bize karşı kullanmak üzere ulaşabilecek.

Başbakan fütursuzca ilan etti, “Biz interneti yasaklamıyoruz, kontrol altına alıyoruz” buyurdu. Hükümetin –herhangi bir hükümetin- kontrolü altında bir internetin ne anlama geleceğini ve ne gibi sonuçlar doğuracağını öngörebilmek için dâhi olmak gerekmiyor değil mi ?

Ancak AKP Hükümetinin – bugün devletin dizginlerini yargı dahil o elde tuttuğuna göre bunu devletin diye de söyleyebiliriz- bize, biz yurttaşlara yönelen saldırısı İnternet Yasası ile sınırlı kalmıyor.

Şimdi önümüzde MİT Yasası var.

T24’den Hülya Karabağlı arkadaşımız MİT Yasası taslağı ile ilgili haberini “MİT’çiler milletvekillerinden daha mı dokunulmaz oluyor” başlığı ile sundu. Mükemmel bir başlık ve başlıktaki sorunun cevabı pek kısa:

- Hem de nasıl !..

Meraklıysanız ve yasa değişikliği teklifindeki tatsız tuzsuz, ince bezirgan hesaplarıyla maddeler arasına sokuşturulmuş cümle ve cümleciklerle boğuşmayı göze alırsanız Hülya Karabağlı’nın haberinin sonuna eklenen “Devlet istihbarat hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi” başlıklı bölümü okuyun. Sahiden okumak isteyenler tıklayıversin.

MİT Yasasının yeni halini en azından bu yazıda uzun uzun irdelemeyeceğim.

Şu kadarı yeterli: Eğer bir sabah kapınız çalındığında gelen sütçü, gazeteleri getiren kapıcı ya da polis memurları değil de bir ya da birkaç MİT görevlisi ise yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Sadece ve sadece MİTçilerin insafına kaldınız demektir.

O insafın ölçüsünü, uygulamada ne anlama geldiğini bencileyin yaşı uygun olup 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri sonrasındaki günleri yaşayanlar iyi bilir.

Yaşınız tutmuyorsa o yılları yaşamış bir tanıdığınıza sorun. Anlatacakları bana hak vermenize ve uykularınızın kaçmasına yetecek…