Sivas'ta yağdı gürledi. Yağıp gürlerken boyun damarları şişti, sesi çatladı, gözlerinden öfke kıvılcımları saçtı ve çok "zarif" bir üslûpla sorar gibi yapıp çarşı pazardaki yangın üstüne ağır lâf çarptırtırdı:
- Ne diyorlar domates, patlıcan, patates... Ya düşünün be!.. Bir merminin fiyatı nedir?
Aynı "zerafetle" cevap veriyorum:
- Ya düşündüm be... Bir merminin fiyatı çoktur. Top mermisi ise fiyatı daha da çoktur. Eğer o tanktan atılan bir mermi ise fiyatı pek çoktan da çoktur... Hele hele uçaktan fırlatılan roket denen bir mermi azmanı ise fiyatı dudak uçuklatır...
* * *
Almıştır herhalde cevabını değil mi?
Ha bire pazardaki yangından söz ediyor, patates, soğan, domates filan diyorsak bir merminin fiyatını bilmediğimizden değil, tersine iyi, hem de çok iyi bildiğimizdendir...
Bir ülkede eğer tüfek mermisi, top mermisi, tank mermisi, roket mermisi sayısı, bir savaş hazırlığı yüzünden ha bire artırılıyorsa o ülkede patatesin de, domatesinde, soğanın da fiyatı el yakar. Fakir fukara bir kilo alacağına iki yüz elli gramla yetinir, kimilerinin parası o kadarına da çıkışmaz, patatesten, soğandan bile vazgeçmek zorunda kalır ve bunan sebep olanlara "hayır dua" eder...
* * *
Hani "Cudi'de Gabar'da Tendürek'de..." diye başlayan bir "hamaset edebiyatı"na başvurdu ya onu da "düşündüm be!.."
Sözü geçen üç dağ da bu ülkenin, Türkiye'nin sınırları içinde. Oralarda tek bir mermi atmadan sorunu çözmek mümkün. Nitekim kendisinin "çözüm süreci" başlattığı, sonra da bir tekmede masayı devirip o süreci yok ettiği dönem var ya, işte o süre içinde tek bir mermi atılmadı. Ne tüfek, ne tank, ne top, ne roket mermisi... Onlara para harcanmayınca, o para soğana, patatese, domatese gitti ve bir kilo alan iki kilo alıp karnını daha iyi doyurdu.
* * *
Şimdilerde yine savaş tamtamları çalınıyor, çaldırılıyor ya...
Artık Suriye ya da Mümbiç ya da İdlip "fatihi" propagandasına hız verip yerel seçimde oyları milliyetçilik üstünden isteme hesabı mı, yoksa sahiden de "fatih" olmak, Fatih Sultan Mehmet Han, Abdülhamit han gibi "Tayyip Han" olma kararı mı bilmiyorum.
Merak da etmiyorum.
Ama ülkemizin bir savaşa sürüklenmek istendiğini biliyorum, görüyorum, gözlüyorum.
Suriye egemen bir devlet. İç savaş benzeri bir kargaşa yaşıyor. Kanlı bir dönem geçirdi, geçiriyor. "Ama orada rejim Müslümanları öldürdü" diyerek bir egemen devletin topraklarına silahla, tankla, tüfekle girme niyetinin benim gözümde zerre inandırıcılığı yok. Eğer kendi yurttaşlarını öldüren zalim iktidarlara kaşı sahiden insani nedenlerle tavır alınacak, hatta silahlı müdahaleye niyetlenilecekse Esad rejiminden önce, hem de çok önce Sudan'da Darfur'da Müslümanlara can kırımı uygulayan kanlı diktatörün, Ömer el-Beşir'in üstüne gitmek, tepesine çökmek gerekmez miydi? Oysa onu Ankara'da en itibarlı devlet başkanlarına uygulanan törenlerle karşılayıp onursuz suratına onur cilası çektik.
Sözün özü: Bu ülkenin kıt kaynakları "mermi"ye harcandığı için bizler soğan, patates, domates yiyemiyoruz. O yüzden öfkeden köpürse de, meydanlarda yağıp gürlese de "Mermi değil patates, mermi değil soğan" diyoruz, diyeceğiz...
Hukuktan değil Reis’ten işaret bekleyen bir işgüzar savcı "Halkı askerlikten soğutmak" diye başlayan bir iddianame soruşturma başlatırsa şimdiden bilsin, biz "savaş değil barış" diyen ve bu uğurda bedel ödemeyi bilenlerdeniz...