Aydın Engin

19 Ekim 2018

Bir çekmece dolusu “mapusane” mektubu

O mektuplar ülkenin dört köşesindeki hapishanelerden, zarflarının üstünde “görülmüştür” damgasıyla bana ulaşan direnç ve acı çığlıklarıdır

Kocaman bir çekmeceden söz ediyorum. Cumhuriyet defterini kapatıp masamı topladığımda yanımda getirdiğim ve kocaman bir çekmeceyi dolduran “mapusane” mektuplarından…

Onları ne yapacağım?

“Behey gazeteci, yerel seçimler, ondan da önce İstanbul Barosu seçimi yaklaşırken, Konsolosluğa sağ girip çıkamayan Kaşıkçı cinayeti salt Türkiye’nin değil, dünya siyasetinin ve medyasının gündeminde baş köşeye oturmuşken, paraya sıkışan “kayınpeder – damat” ikilisi İş Bankası’nın kasasına göz dikmişken, İdlib’de ne yapılacağı ve ne yapılmakta olduğu tam bir bilmeceye dönüşmüşken sen elinde kalan “mapusane mektupları”nı mı dert edindin; dert edinmekle yetinmedin şimdi de Tırmık’a mı taşıyorsun” diye soranlarınız çıkacak.

Cevap: Evet!..

O mektuplar ülkenin dört köşesindeki hapishanelerden, zarflarının üstünde “görülmüştür” damgasıyla bana ulaşan direnç ve acı çığlıklarıdır; dört duvar ardında dik durmayı başaran genç erkek ve kadınların mektuplarıdır. Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim diyenlerin, diyebilenlerin sesidir. “Sesimiz olun” dileği ile yollanmışlardır.

Onlar bana emanettir. 

Atamam…

Gel gör ki bu ülkenin hapishanelerine basılı gazete bile zor giriyor. Girecek gazeteyi okuyacak olanlar değil, hapishane yönetimleri karar veriyor. İnternet gazeteleri ile onlara ulaşmak mümkün değil. Seslerine ses verdiğimi, verdiğimizi onlara göstermek mümkün değil.

*     *     *

Daldır elini çekmecedeki mektup tomarına, rastgele birini çek.

 Adana Kürkçüler Hapishanesi’nden yazan, Atılım gazetesinin “hükümlü” yazı işleri müdürü, besbelli genç bir meslektaşımın, Mehmet Ali Genç’in aylar öncesinden yollanmış mektubu. Ayşe öğretmenin –şimdilik dışardaki- bebeği için, Deran Bebek için yazdığı gözler ıslanmadan, yürek kabarmadan okunamayacak, uzun mu uzun bir ninni:

“…Nenni Deran bebek nenni / elbet gelir zulmün sonu / anacığının ağzından / çıkan barış lafını tanı…”

*     *     *

Daldır elini çekmecedeki mektup tomarına,

Rastgele çek birini daha.

Esma Yılmaz. Henüz 26 yaşında. Hilvan Cezaevinde. İlkokul çağında üç çocuğu ve bir de annesi ile cezaevinde yaşayan, emeklemeyi T tipi cezaevinin beton zemininde öğrenen ve anne memesinden beslenen 10 aylık Arin bebek… “Esma Yılmaz’ın suçu ne” diye sormayın. DBP’nin (Demokratik Bölgeler Partisi)  Mardin Ömerli İlçesi Eş Başkanı.

Başka?

O kadar.

Yetmez mi ?

Ha bir de, o bir Kürt…

*     *     *

Daldır elini…

Hayır daldırma. Sonu yok.

Arkadaşın Osman Kavala dün hapishanede bir yılı tamam etti ve savcı ciddiye alınacak bir suç bulup bir iddianame bile yazmadı, yazamadı.

Suçları yazı yazmaktan ibaret ünlü ünsüz, kadın erkek, nice meslektaşım hapishanelerde volta atıyor. Kimileri ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiler ve Yargıtay’daki, Anayasa Mahkemesi’ndeki  “çok yüksek” yargıçların hiç acelesi yok. Nasıl olsa hapiste olan kendileri değil. Zaten devletin tepelerinden ve en tepesinden henüz bir işaret fişeği de çakılmadı.

*     *     *

Hayır, olmayacak…

Bu yazıyı Türkiye’de 2018 sonbaharında yargının durumu, devletin manevi şahsiyeti (ne demekse artık) üstüne suç işlemeden noktalamak mümkün değil.

İyisi mi susuyorum.

Tıka basa “mapusane mektupları” ile dolu çekmeceyi ise bugünlere tanıklık etsinler diye gözüm gibi saklıyorum.